BÖLÜM ON DÖRT: "SÜRPRİZ"

846 246 442
                                    


Herkese merhaba benim minik korlarım! Nasılsınız?

Keyifler yerindedir umarım. Size uzun ve güzel bir bölümü bırakıp kaçıyorum.

İyi okumalar dilerim!

Furkan'ın yanımda oturan yüzüne dikkatle baktığımda baktıkça güzelleştiğini düşündüğüm yüzü karşısında mest olmama hiçbir şey engel olamıyordu.

Kahverenginin en açık, en iç ısıtan tonundaki elaya çalan badem gözleri, çıkık elmacık kemikleri, birbirine girmiş açık kahve saçları, uzun kirpiklerinin yanaklarına düşen gölgesi... Ona baktıkça kendimden bir şeyler buluyordum, aşkımın kaynağını.

Ruhunun derinliklerinde yattığına emin olduğum masumiyeti artık gölgeleyemeyen suratı karşımda bir meleği andıran görünüşüyle dururken yanağında parmağımı gezdirme isteği içimde aniden dallanıp budaklanmıştı.

Ona dokunmak hiçbir zaman benim isteğimle, aniden ve sabırsızca gerçekleşebilecek türden bir eylem olmamıştı ama bu durum zihnimin bana oynadığını hissettiğim oyun içerisinde geçersizdi. Furkan, hemen altında oturduğumuz ağaca kısık bir bakış attı.

Bir uçurumun kenarında, sessizce oturuyorduk. Etrafımızı saran ormanın eşsiz kokusu ruhumuza dinginlik veriyordu, hiç konuşmuyor sadece nefes alışveriş seslerimizin ormanın kuytu köşelerinde yankılanmasına izin veriyorduk. Uçurumun hemen dibindeki denizden gelen dalga sesleri, suyun taşlara çarparken çıkardığı o huzur verici ses ruhumuzu okşuyordu.

"Neden susuyorsun?" Furkan, kendinden doğal bir kavise sahip olduğuna emin olduğum kaşlarını hafifçe kaldırarak bana baktığında elinde tuttuğu kutu gözüme çarpmıştı. Bu bir mücevher kutusunu andırıyordu; koyu kırmızı, orta boyutlarda ve üzerinde altın bir işlemeyle R yazan bir mücevher kutusu.

"Rüya, neden konuşmuyorsun?" Konuşmadığımın farkında olmayan ses tellerimi harekete geçirmek, konuşmak istiyordum ama buna ne gücüm ne de ses tellerim izin vermiyordu. Furkan'ın gözlerinin içine baktım, gözlerinden bana sızan endişe kalbimin heyecanla dolmasına neden olurken Furkan'ın gözlerinin en içine baktım.

Orada bana dair hiçbir his olmadığına deli gibi emin olmama rağmen gözlerinden bana sızan hissiyat o kadar yoğundu ki kendi kendime şaşırmış, kaşlarımın, tıpkı Furkan'ın şaşırdığında yaptığı gibi, havalanmasına izin vermiştim. Onun bakışında gördüğüm pişmanlık hissi kalbimi bir ağ gibi sararken orman kokusuyla birleşen deniz kokusunu ciğerlerime doldurdum.

Yüzü eşsiz bir güzelliğe sahipti, baktıkça ona dokunmak, gerçek olup olmadığını sorgulamak istiyordum. Ama gerçek olduğunu kalbimdeki yerinin de altı yıldır tüm sağlamlığını koruduğunu biliyordum. Onun yeri benim için o kadar ayrıydı ki...

"Rüya, bana hala kızgın mısın?" Furkan buradaydı. Ama o şu an benim arkadaşımdan fazlası değildi, bunun bilincinde olmaya ihtiyacım vardı. Bulunduğumuz ortamın büyüsüne kapılıp onun arkadaşlığını kaybetmeye niyetim yoktu, kendimi sarstım ve kendime gelmeye olayın gerçekliğinin farkına varmaya çalıştım.

Zihnime düşen kesik görüntüler karşısında tıkanan nefesim ve tüm öfkemin birikmek için kendine mesken tuttuğu boğazım beni dehşete düşürmüştü. Furkan, gözlerimin önünde bir kızla öpüşmüştü.

Kızın kısa kumral saçları ikisinin kurduğu etkileşimden sonra birbirine girmiş, gözleri sımsıkı kapalıydı. Furkan ise kendini ona teslim etmiş, sırtını çarptığı dolaplardan çıkan sesi ve bu çarpmanın etkisiyle oluşan acıyı göz ardı etmişti. Karşımdaydılar, yine ve yeniden...

YANGIN #wattys2023Where stories live. Discover now