8

11K 1.4K 734
                                    

jeongguk'un kullandığı terimlere biraz dikkat edin lütfen, günden güne nasıl değiştiğini göreceksiniz 👶

-

that uninterested face of yours, the bored tip of your toes
please look at me now

-park jimin, filter

-

Küçüklüğümden beri kurabiyeleri severdim, en çok damla çikolatalı olanları özellikle. Annem çok güzel kurabiye yapardı ve babam da çok severdi, bu yüzden evde iki günde bir kurabiye yapılırdı. On beş yaşıma gelene kadar ben de annemle beraber kurabiye yapsam da liseye başlamamla birlikte bir anda sorumluluklarım artmıştı, çoğu şeyi yapmaya zamanım olmuyordu artık ve annem de benim zamanımı harcamamak için -çünkü o yaparken ben dayanamayıp yardım ediyordum- ben okuldayken veya uyuyorken yapardı. Asla vazgeçmiyordum kurabiye yemekten, Jimin de annemden öğrenmişti yapmayı ve tam olarak benim istediğim tarifi ilk seferinde tutturabilmişti, becerikliydi.


Geçen sene ocak ayının yirmi altıncı gününde, kar yağarken canım kurabiye istemişti. Evde unumuz yoktu ve market de biraz uzaktı. Yine de dışarı çıkıp almayı söylediğimde Jimin beni evde tutmaya çalışmış, bir gün kurabiye hevesim yüzünden başıma bir şey geleceğini söylemişti. Evet, belki o gün buz tutmuş kaldırım ve asfaltlarda birkaç kez düşme tehlikesi atlatarak markete gidip gelmiştim fakat bugün hissediyordum, dedikleri çıkacaktı.


"Jeongguk, yavaş mı yürüsen biraz?"

Ona bakmadan kafama taktığım pembe bereyi düzelttim. "Kurabiye istiyorum, Jimin."

"Kimse senin kadar sevmiyordur, bitmez."

"Ya seviyorlarsa? Riske girmeyelim."

Bana cevap vermeden sadece adımlarını biraz daha hızlandırdı. Ben üç adım atarken o beş adım atıyordu ve kısa bacakları çoktan yorulmuş olmalıydı. Haline güldüm, boynundaki atkısının düğümünü açıp boynuna serbest bir halde asmıştı.

"Ne gülüyorsun?"

Ona cevap vermedim ve sanırım -sanırım diyordum çünkü heyecandan pek sayamamıştım- elli adım sonra kafeteryanın kapısından içeri girebilmiştik. Hep oturduğumuz masaya doğru yöneldim, önce yer bulmalıydık çünkü bu saatlerde herkes yemek yemek için buraya gelirdi.

"Jeongguk," dedi Jimin. Ben de kafamı eldivenlerimden kaldırıp ona baktım. "Masamız dolu,"

Kaşlarım benim isteğim dışında çatılırken hemen masamızın olduğu yere baktım. Yoongi'yle göz göze geldiğimde hemen gözlerimi ondan çekerek kafasını masaya yaslamış birine takıldı gözlerim. -Yani, gözlerimi birkaç saniye boyunca hareket ettiremedim, hipnoz olmak gibiydi fakat daha az güçlü olanıydı bu-

"Oturmak ister misin yine de?" dedi Jimin. Bana anlamadığım bir ifadeyle bakıyordu ama Jimin ne zaman benden bir şey beklese böyle bakardı. Annem de ona arkadaşlarımı anlatmamı söylediğinde böyle bakmıştı, sanırım doğru kelimr burada umutlu olabilirdi.

"İstemiyorum." dedim gözlerim kapüşonlu çocuktayken. Yine o hipnozdan daha az güçlü olan kuvvet beni ona bakmaya zorluyordu. Neden buraya geldiğimi unuttum bir an, onun kapüşonundan dışarı fırlamış olan mor saçları beni kendime getirdi.

louder than bombs | taekook ✓Where stories live. Discover now