32. BÖLÜM

307 118 10
                                    

Saniyeler içerisinde, başının arkasında, kafasının ensesiyle birleştiği noktada ani bir ağrı hissetti. Omurgasıyla beynini birleştiren bir damar yerinden çıkacakmış gibi şiddetle sarsılıyordu sanki. Beran'a bakıyordu öylece. Bu kısacık anda pek çok şey ardarda sıralanmıştı bedeninde. Olan bitenin farkına varmadan önce son bir kez, bir umut bulma bahanesiyle sarıldı sözcüklere;

- Derew (yalan)!

Sesini daha da yükselterek devam etti;

- tu derew dikî! (yalan söylüyorsun)

Metin ise soğukkanlılığını koruyarak;

- na (hayır), yalan söylemiyorum Ömer. Ben sana hiç yalan söylemedim...diye cevap verdi. 

Ömer bir an duraksadı. Haklıydı. Metin ancak gerçekliğine emin olduğu konularda bu denli rahat konuşurdu. O, yüzleştiği gerçeğin pençesinde kıvranırken Metin ise konuşmaya devam ediyordu;

- Karşı köyde bir inşaata başladım...Cemal'in karısı karşı köydendi ya, işte onun baba evinin tam arkasında. Ordan duydum. Leyla'nın annesi iyice yaşlanmış, benim bu köyden olduğumu öğrenince o söyledi. Oğlan Almanya'dan gelmiş, Cemal de Almanya'ya yerleşmiş zaten... Küçüklüğünü de hatırladım oğlanı görünce....Ömer hatırlarsın, oğlana babanın adını vermişlerdi; Resul...ama köyde kimse Resul demiyor, Beran diyor herkes...

Metin'in anlattıkları Ömer'in kulağında büyüdükçe büyüyor, uğulduyordu. Her bir kelime dev bir davula çarpıyor, dalgası yayılıp şiddetle sarsıyordu onu. Donuk bir vaziyette Beran'a bakıyordu. Dakikalardır gözlerini ondan ayırmamıştı. Metin'in anlattıklarıyla son ümidi de tükenmişti. Parçaları da birleştirince yapboz tamamlanmış, resim görülmüştü; Metin haklıydı. Başının tam arkasında sızlamakta olan damar şimdi tüm bedenine yayılmıştı. Bedenindeki sızı, gözlerindeki öfke ve kalbindeki acı bir çığ gibi katlanarak büyüyordu. Beran ise elindeki telefonu cebine koymuş, Suphi'yle birlikte yavaş yavaş yürümeye başlamıştı. 

Henüz birkaç adım atmışlardı ki Ömer Amca tüm öfkesini, sızısını ve acısını da alıp kalktı ayağa. Yerinden öylesine hızlı kalkmıştı ki kimse onun farkına bile varmamıştı. Hızlı adımlarla Beran' a doğru yürüdü. Birkaç saniye sonrasında ise sağ eliyle koca bir tokat indirdi Beran'ın suratına. Beran bu tokatla birlikte yere yığıldı. 

O dahil, hiç kimse olan biteni anlayamamıştı. İnsanlar susmuş, uğultular kesilmişti. Herkes şaşkınlık içerisinde, avlunun tam ortasında duran Beran ve Ömer Amca'ya bakıyordu. Ömer Amca burnundan solumuş bir vaziyette, nefes nefese, ayakta duruyordu. Beran ise yığıldığı yerden ayağa kalkmaya çalışıyordu. Dudağı patlamış, kanıyordu. O ayağa kalkmaya çalışırken Ömer Amca yeniden çullandı üzerine. 

Fakat bu sefer Suphi girdi araya. Kalabalıktan da birkaç kişi kalkıp gelmişti yanlarına. Hevi ise içeride Gülizar'la ilgilendikten sonra, büyük bir heyecanla telefonunu eline almıştı ki aniden dışarıdaki sesleri duydu. Ne olduğunu anlamak için koşarak çardağa geldi. Çardağa geldiğinde babasıyla Beran'ı o şekilde görünce, kalbi sıkışmıştı sanki. Babası kalabalığın kolları arasında, Beran ise ayakta, karşı karşıya duruyorlardı. Babası cümleleri ardarda sıralıyordu;

- Şerefsiz, yalancı haysiyetsiz!

Bu iki sözü duyunca bedeni sarsıldı Hevi'nin. Çardakta bulunan insanları iterek yavaşça yürüdü ve aşağı doğru geldi. Babasının yanında, Beran'ın karşısında duruyordu. Annesi de oradaydı. Kalabalığın kolları arasında çırpınan Ömer'i tutmaya, sakinleştirmeye çalışıyordu. Beran ise başı öne eğik bir biçimde, dolu dolu gözleriyle bakıyordu Hevi'ye. Hevi henüz ne olup bittiğini anlayamamıştı fakat delicesine bir korku çepeçevre kuşatmıştı etrafını. Babası bir o yana bir bu yana savrularak konuşmasını sürdüyordu. Nefes nefeseydi;

- Esma, dedi, Esma biliyorsun o kimmiş, aylarca evimize gelen, ekmeğimizi yiyen, suyumuzu içen bu haysiteysiz onun yeğeniymiş Esma!

'O kim', diye düşünüyordu Hevi içinden. Kalbi sıkışıyor, nefesi daralıyor, boğazındaki yumru gitgide büyüyordu. Çok geçmeden düşündüklerine cevap verdi babası;

- Onun yeğeniymiş Esma, Cemal'in oğlu, o şerefsiz Mazlum'un yeğeniymiş, bize yalan söylemiş...

Sözcükler bıçak olmuş, birer birer batıyordu Hevi'nin yüreğine. Boğazındaki yumru ise eriyip yok oluyordu göz yaşlarında. Buz gibi olmuş, öylece duruyor, ağlıyordu. Beran'la bir simetrinin iki parçası gibiydiler. O da tıpkı Hevi gibi öylece duruyor, gözlerini Hevi'den ve Ömer Amca'dan kaçırarak, utanıp sıkılarak ağlıyordu. Ömer Amca kalabalığın arasından kurtulup, aralarında bir adım mesafe bırakacak kadar yaklaştı Beran'a. Öfkesi bir nebze olsun dinmiş fakat yine de bitmemişti;

- Ahh, dedi başını avuçlarının içine alarak, ahhh nasıl da anlayamadım...yo yo anladım, acaba dedim, acaba...sonra konduramadım, dürüst çocuk dedim, insan insana benzer dedim, yanıldım, yanıldım ki ne yanıldım...!

- Ömer Amca be...

- Bana amca deme, senin amcan benim kardeşlerimin ölümüne sebebiyet veren itin tekiydi, amca deme bana, diye karşılık verdi Beran'a.

Aynı anda da işaret parmağını ona doğru sallıyordu. Beran ise yutkunup ağlıyordu. Bir yandan Ömer Amca'ya, bir yandan da Hevi'ye bakıyordu. Beni affedin dercesine, pişmanlıktan ölürmüşcesine, yalvarırcasına bakıyordu. Sonra aniden Ömer  Amca'nın onu kolundan tutup iteklemesiyle irkildi;

- Bir daha, diyordu Ömer Amca, bir daha bu köye ya da benim olduğum bir yere ayağını basarsan, hiç acımam, vururum seni, elim bile titremez!

Bu sözlerden sonra Suphi Beran'ın koluna girdi. Beran ise son kez dönüp, bakışlarını babasının arkasında duran Hevi'ye doğru yöneltti. Ardından da karanlığa doğru Beran ve yanlarında birkaç kişiyle birlikte sessizce yol aldılar. Onlar gidince avludaki kalabalık da yavaş yavaş dağıldı, herkes yerine oturmaya başladı.

 Yalnızca Hevi, bir tek o, ayakta öylece duruyor, Beran'ın ardından bakıyordu. Birkaç dakika içerisinde seneler boyu yaşlanmış gibi yorulmuştu. Öylesine şaşkın, öylesine soğuk, öylesine halsiz hissediyordu ki  gözyaşları bile durmuş, göz pınarlarının ucunda asılı kalmıştı. O hep duyduğu, okuduğu, dinlediği kalp kırıklığı dedikleri şey bu olsa gerek diye düşünüyordu. Içinde bir yerlerde fırlatılıp duvara atılmış cam bir vazonun sesini duyuyordu ve parçaları ruhuna batıyor, sızlatıyordu. 

O böylece duruken az önce Ömer'i sakinleştirip eve gönderen annesi geldi yanına. Hevi'yi omuzlarından itiyor, çekiştiriyordu. Bir şeyler söylüyordu ama Hevi söylediklerinin hiçbirini duymuyordu. Herkes ve her şey bir toz bulutunun içine hapsolmuş, sesler de birbirine karışmıştı sanki. Sonra birden Mizgin'in sol omzuna dokunmasıyla birlikte irkildi. Mizgin yavaşça kulağına doğru eğildi;

- Hevi, herkes sana bakıyor, dedi.

Hevi, buğulu gözlerle etrafına göz gezdirdi. Gerçekten de herkes ona bakıyordu. Sağ tarafında ise annesi sesleniyordu;

- Hevi, hadi içeri gidelim,...

Hevi hiç konuşmadan,  bakışlarını avlu kapısında tutarak, başıyla onayladı onu. Sonra sessizce;

- Tamam, dedi, tamam... ve Mizgin'le annesinin kolları arasında çardağa doğru yürüdü. Fakat ruhu, az önce durduğu yerde gömülüydü...

HEVİ (TAMAMLANDI) #WATTYS2020Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin