5. BÖLÜM

1.3K 277 46
                                    

Yaklaşık yarım saat sonra küçük mutfağın içerisinde bir ses yankılanıyor, bir duvardan ötekine çarpıyordu;

- Ama sevmiyorum işteee!!!!

- Tamam biliyorum sevmiyorsun ama niye sevmiyorsun onu söyle.

- Bilmiyorum ki, böyle içimden sevmek gelmiyo.

Ne de iyi anlıyordu Hevi Murat'ı. Fakat şimdi şu vakitte onu anlaması değil, okula gitmesi için ikna etmesi gerekiyordu. Bir yandan onunla konuşurken bir yandan da bitirmiş olduğu salatanın limonunu sıkıyordu. Apartmandan gür ve tok bir ses, komşulara ' iyi akşamlar' diyordu.

- Baba geldiiiii!!....

Koşarak kapıya doğru ilerledi Murat. Kapıdan uzun boylu, yeşil gözlü, kumral, bıyıklı, kırklı yaşlarda bir adam, elinde ekmek poşetiyle birlikte içeriye girdi. Bu andan itibaren artık diğer eli de Murat'la dolmuştu. İçeri girer girmez Murat büyük bir sevinçle, babasını sanki yıllardır ilk kez görüyormuşcasına kucağına atladı;

- Oğlum kırdın boynumu, ne oldu yine babam..?

- Okula gitmicem baba!

- Ha o mesele, anladım şimdi. Hevi geldi mi?

- Burdayım baba!!

Mutfağa doğru bir elinde ekmek poşeti, diğerinde Murat'la birlikte ilerledi Ömer.

- Hoş geldin baba...dedi Hevi. 

Üstelik Adet yerini bulsun diye söylenmiş bir laf değildi bu. Babası eve her geldiğinde kendisiyle birlikte tüm güzel ve özel günleri getiriyor gibiydi. Tıpkı bu günlerdeki gibi bir neşe, bu günlerdeki gibi bir umut ve yine bu günlerdeki gibi bir bağlılık sarardı evi. Duvarların rengi değişir, her şey daha bir dik ve daha bir  güvende gibi olurdu. Baba, tüm evin sırtını yasladığı bir dağ, çevrelerini kuşatan bir kaleydi. Ailesine düşkün, çocuklarının üzerine titreyen, baba olmanın sorumluluğunu, bilincini ve onun insana yüklediği ağır halleri üzerinde gururla taşıyan, aynı zamanda hem mesafeli hem de sevecen olmayı becerebilen, babalığın hakkını veren bir babaydı o. Hevi'nin babasıydı Ömer.

- Hoşbulduk kızım. Şu ekmekleri al hele elimden... Anne nerede?

- Ali'nin yanında. Gelir şimdi, sofra hazır.

- Tamam ben de bir bakayım, gelirim. Hadi babam sen de in kucağımdan elimi yüzümü yıkayayım, sonra konuşuruz senle...

Bir müddet sonra hep birlikte yemek masasına oturdular. Sessiz, sakin, sadece su, tuz veya ekmek gibi temel ihtiyaçları istemek için konuşulan yemek masalarından birine sahip olamıyor bu aile. Çünkü derdinin çok büyük olduğunu, hatta dünyadaki belki de en önemli dert olabileceğini düşünen, konuşmaktan ve şikayet etmekten asla vazgeçmeyen yedi yaşlarında bir çocuk var bu masada. Onun tatlı, kısık kesi çatal kaşık seslerine, babasının sesi ona, Hevi'nin sesi her ikisine, annesinin sessizliği ise Ali'nin sessizliğine eşlik ediyordu. 

Tüm bu ses cümbüşünü küçücük ve kısa bir boşluktan kendine yer bulan telefon bozdu. Annesi koridorda bulunan telefona bakmaya gitti. Henüz açar açmaz, gür sesiyle onu Hevi'nin yadesi (yade kürtçede nine anlamına gelir) karşıladı. Yade Esmayla konuştuktan sonra, koridora sırasıyla babası, daha sonra da Hevi gitti. Telefonun ahizesi babasıyla annesi arasında yer değiştirip duruyordu. Hal hatır sormak için yapılan, sıradan telefon görüşmelerinden biri değildi bu. Hevi ne olduğunu tam olarak anlamasa da ortada önemli bir meselenin olduğunu ve bu meselenin bapir'le (kürtçede bapir dede demektir) ilgili olduğunu anlamıştı. Telefon kapanınca babası ve annesi düşünceli bir şekilde yemek masasına geri dönmüşlerdi.

HEVİ (TAMAMLANDI) #WATTYS2020Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin