SON MEKTUP İLK VEDA-9

1.7K 213 88
                                    

"Beni unutma, unutma, beni unutma

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

"Beni unutma, unutma, beni unutma....
Bilirsin unutulmak, dokunur ya her insana"

Geçen günleri suskunluğunu koruyarak izlemişti yaşlı kadın. Ömründe en iyi bildiği, kendisini ayakta tutan şeyi yapmıştı yani. Karşısındaki kızı ne korkutmak ne de emirler yağdırmak işe yaramazdı biliyordu. Kovmuş yapamayacağını sandığı şartlar koymuştu fakat nafile. Genç kız bir inatla direnmiş ve yerleşmişti yaşlı kadının burnunun dibine. Tıpkı annesine benziyordu; yüzü, konuşması, inadı, çabası... Ve yaşlı kadın en çok da bu yüzden korkuyordu, kalbini sıkıştıran hissin korku olduğunu hep inkar ederek.

Hayat hep güvenmekle sınamıştı onu. Ölse inanmazdı, yanında gelecek hayalleri kuran kızının bir sabah aniden çekip gidecek olmasına. Oysa kızına iyi imkanlar sunmuştu. O da okumuş, ailesine gurur kaynağı olmuştu. Züleyha dendi mi, herkesin dilinden takdir cümleleri dökülürdü. Asiye hanımın eşi, her çocuğu ile ayrı ayrı gurur duyarken, Züleyha'nın yerini başka belirlemişti kalbinde.

Ailesi iyi tanırdı içi dışı bir olan kızlarını. İnadını bilirlerdi, kafasına koyduğunu alana kadar uğraşırdı. Merhametini, şefkatini bilirlerdi, kedilerle doluydu avluları. Maharetliydi, bahçeleri çiçek dolu, kan kırmızı güllerle süslüydü.

Ve bir sabah soldu tüm renkler, Züleyha her şeyi arkasında bırakıp bir yabancının elini tuttuğunda. Gül dikeninden daha çok acıtan eller bir anda dağıtmıştı her şeyi. Önce renkleri, sonra kedileri, sonra aileyi. Artık takdir için açılan ağızlar kınıyordu genç kızı. Asiye hanım acıyan gözlerle bakardı, önceden alkışlayanların şimdiki hallerine. Her şey, her his yalan mı der sorgulardı. İçinde kırılan güvenin enkazını taşırken, her şeye rağmen hep başı dik, kulağı sağır geçerdi önlerinden. Ta ki odasına girene dek. Sonra daha fazla yüklenmezdi dizlerine, her yükü gözyaşlarıyla üstünden atardı. Anlam veremediği olurdu bu gidişe. Üzülürdü, hasret yakardı içini. Ardından derin bir öfkeye bürünürdü kalbi.

Zamanla evin havası değişmiş, Asiye hanım eşini kaybetmiş, evlatlarını evlendirmiş, Züleyha'nın bıraktığı enkazı toparlamaya uğraşmıştı yıllarca. Her şeye rağmen başını eğmemeyi kural bilip yaşamıştı. Nice günler, aylar, mevsimler geçmiş, duygular bulutlar gibi geçip gitmişti. Fakat Asiye hanımın kalbinde, Züleyha için ayırdığı küçük bir köşede, tüm duyguların üstünü örten bir öfke vardı. Zamanla fark etmişti ki bu öfke kendisine iyi geliyordu, onu ayakta tutuyordu.

Çok geceler düşünmüştü, döner mi diye. Dönse ne yapar, ne derdi kızına? Bırakır mıydı tüm yaşananları bir tarafa? Sarılır mıydı?
Zordu arafta kalmak, sıkıyordu insanı. Ama içi hep aynı şeyi söylüyordu "hele bir gelsin, tekrar göreyim gülen yüzünü."
İçiyle savaşını bitiren şu cümle oluyordu işte.

Bir gün Halime'nin elinde bir mektupla kendisine koştuğunu gördü, anlamıştı kimden geldiğini. Beklediği haberdi, heyecandan kalbini hızla attıran, ellerini terleten, tüm olanları bir anlık dahi olsa unutturan.
Züleyha gelmiş gibi koşmuştu avluya, o küçük kağıt parçasına.

FERHANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin