19.Kısım

9 2 0
                                    

Güneş batmak üzereydi artık. Yusuf kütüphaneden çıkıp, eve doğru yürümek için hazırlandı.
-Dur Yusuf, beraber yürüyelim. Ben de o tarafa gidiyorum, diye seslenen Hasan'dı. Kütüphane görevlisiydi Hasan, buradaki tüm işler ondan sorulurdu. Kütüphanenin bahçesindeki ağaçları yıllar önce o dikmiş, şimdi de gölgesinde oturabiliyordu. Dahası, ondan sonraki nesillerde oturacaktı. Çünkü o da önceki nesillerin yazdıklarını, gelecek nesillere aktarıyordu. Bir şeyler yazmıyordu belki o ama fidan dikerek doğaya bir şeyler yazmaya çalışıyordu. Hasan, ketum biriydi ama herkes tarafından çok sevilirdi. Beli hafif bükük, orta yaşlı, kaşları çatıktı. Gülünce bile zorla gülüyor gibiydi ama samimiyetsiz gülüşleri yoktu. Sadece gerçekten hoşuna gittiğinde gülerdi. Saçları seyrekti, dökülmeye yüz tutmuştu. Çok bilgili bir insan olmakla beraber, bilmediklerini merak ettiğinde, sormaktan çekinmezdi.
-Tamam bekliyorum Hasan ağabey, diye cevap verdi Yusuf ona.
-Bir ara kardeşin de seninle geliyordu. Neydi adı? Hah buldum Payiz! Evet Payiz'di, neden gelmiyor artık?
İç çekti Yusuf. Kafasını eğdi önce, sonra da beş saniye kadar susup,
-Payiz bir ara tamamıyla uzaklaştı şiddetten ama sonra beklenmedik şeyler olunca o yola meyletti yine. Daha doğrusu bunu yapmak zorunda bırakıldı, dedi.
-Nasıl bırakıldı?
-Arkadaşının annesini ve benim köpeğimi öldürdüler. Bunları yapan Payiz'in düşmanlarıydı. Kendini suçlayıp meseleyi halletmek istedi, bana bunu söylemedi ama çok iyi tanıyorum onu. Ben onu engellemedim. Zaten engelleyemezdim.
-Gideni engelleyemezsin, dedi Hasan uzaklara bakıp. Kimlerin gidişini izlemişti hayatından ve o da, kimleri engelleyememişti kim bilir.
-Bu hissi çok iyi bilirim.. Bir arkadaşım vardı, çok yakındık onunla, adı İbrahim'di. Top oynardık biz hep küçüklükten beri. O gün çayın kenarında da oynadık. Hemen çaya girme dedim, dinlemedi ve gitti. Kalbi durdu orada, kaldıramadı. Sonra da biz kaldıramadık onu zaten bir daha derin uykusundan.
Gözleri dolmuştu Yusuf'un bunları anlatırken. O sırada sarı bir taksinin yanaştığını farketti. Sonra araba durdu ve Devran inip,
-Yusuf ağabey acilen gelmen lazım, diye seslendi.
-Ne oldu Devran, birine bir şey mi oldu?
-Mine ve Cemre'yi almışlar, Payiz ağabey gönderdi beni, onları bulman lazımmış hemen ağabey, yoksa kaçacak Osman. Beni de Ayşe'yi getirmek için gönderdiler.
-Kim aldı kızları, Tufan ve adamları mı?
-Hayır öldü onlar Yusuf ağabey.
-Öldü mü? Durumlar bayağı karışık galiba, kim aldı kızları peki biliyor musun?
-Hortum Süleyman.
Elini çenesine götürdü Yusuf ve işlerin tahmin ettiğinden daha karışık olduğunu anladı.
-Hasan ağabey, benim gitmem lazım daha sonra kütüphaneye gelince görüşürüz tekrar.
-Tamam Yusuf, dikkat et kendine. Sen geri gel bari!
Hasan'ın söylediğine gülümseyerek karşılık verdi ve arabaya binip Beyrantepe'ye doğru gitmeye başladılar Devran ile birlikte.
-Adnan da orada mı Devran?
-Şey, evet ağabey ama Adnan da öldü.
-Payiz öldürmeyeceğini söylemişti, kazara mı öldü?
-Benim silahımı bir hamlede belimden alıp, intihar etti, benim yüzümden..
-Senin bir suçun yok, o kurşunu kendi kafasına o gün değil, arkadaşlarına ihanet ettiği o ilk gün sıkmıştı zaten. Senin silahınla kendini öldürmesi, senin için talihsizlik olmuş, diye araya girdi Yusuf.
-Benim silahımla iki kişi öldü bugün.. Tufan'ın adamlarından biri bana sıkacakken erken davrandım ve ben onu öldürdüm.
-Yaşamak için yani?
-Galiba öyle ağabey..
Sonunda Beyrantepe'ye gelmişlerdi.
-Sen burada beni bekle, deyip Hortum'un evini sormak için kahveye doğru yöneldi Yusuf. Gelir gelmez kahvede oturan gençleri gördü ve yanlarına yaklaşıp,
-Merhaba gençler, diye seslendi.
-Merhaba Yusuf ağabey, diye karşılık verdi oturanlar.
-Hortum'un evi nerede, bilen var mı?
-Hemen aradaki ilk ev ağabey, diye karşılık veren kahveci çırağıydı.
-Tamam sağol. Size de afiyet olsun gençler, selametle, deyip eve doğru gitmek için yöneldi. O sırada karşıdan gelen Hortum'un kardeşini gördü.
-Ağabeyin evde mi Selim?
-Evde değil, dün çıktı bir daha gelmedi, dedi Selim telâşlı bir halde. Onun bu hallerini farketmişti Yusuf ama bunu farketmemiş gibi davrandı;
-Tamam görürsen bizim dükkana gelsin, diyerek geri döndü. Arabaya gelip Devran'a hemen çalıştırıp mahallenin diğer çıkışına doğru sürmesini söyledi. Sokağın başında durup, arabanın içinde beklemeye başladılar. Bir süre sessizlik devam etti.
-Neyi bekliyoruz Yusuf ağabey, diye sordu Devran.
-Selim bizi Hortum'a götürecek, onu bekliyoruz. Bak şimdi bu sokaktan Selim çıkacak.
-Haberi var mıdır ağabeyinin yaptıklarından?
-Senin ağabeyin var mı Devran?
-Payiz ağabey kadar yakın olan yok.
Şaşırmıştı Yusuf, Devran'ın neden böyle dediğini anlamamıştı. Sonra merakını beklemeye alıp,
-Biri, onu sana sorsa, neden sorduğunu merak etmez misin, diye sordu.
-Ederim, zaten sorarım da neden sorduğunu.
-Ben de sorarım. Ama biliyorsam neden sorduğunu, sormaya gerek duymam. Kardeşi sormadı neden sorduğumu. Ağabeyinin ne haltlar yediğini biliyor demekki.
-Doğrudur. Peki Hortum'a gideceğini nereden anladın ağabey?
-Karşımdan geliyordu ama arabaya binmeden baktım, geri dönüp eve doğru yürümeye başladı.
Gülümsedi Devran.
-Payiz ağabey de senin gibi, çok hızlı düşünüyor. Kardeş olduğunuz belli gerçekten.
-Bizim kardeşliğimiz oradan belli de, siz nasıl kardeş oldunuz anlatmak ister misin, derken gülümsedi Yusuf'ta, tıpkı Devran gibi.
-İsterim tabi, Merdiven Altı'nda çalışıyordum o zamanlar, iki ayrı grup arasında bilardo oynarken kavga çıktı. Bir grup diğerini öldüresiye dövmüştü ellerindeki ıstakalarla. Onların yanına yaklaşıp artık vurmamaları gerektiğini söyleyince, üzerime doğru gelmeye başladılar. Payiz ağabey o sırada onlara seslenip, 'o çocuğa karışmayın' dedi.
Devran'ın Merdiven Altı diye tabir ettiği yer bir çeşit kumarhaneydi. Gündüzleri çayına ya da yemeğine okey, tavla ve bilardo oynanan bu yer; geceleri kepenkler, içerde kalmak isteyenlerin üzerine kapatılarak kumarhane haline dönüyordu. Giriş kapısı bir merdiven ile oyun salonlarının olduğu yere bağlandığı için 'Merdiven Altı Kıraathanesi' ismini almıştı ama argoda bu tarz yasak olan kumarhaneler için de 'merdiven altı' tabirinin kullanılması, orayı işletenlerin bir cilvesiydi.
-Tanıyor muydu o zamanlar Payiz seni, diye araya girdi Yusuf.
-İşin ilginç tarafı da o zaten ağabey, ben onu tanıyordum, mahallede görmüştüm ama o bizim için efsaneydi. Beni tanımadığını sanıyordum.
-Payiz çok dikkatlidir, belli etmez ama her ayrıntıyı farkedecek kadar hızlı çalışır kafası. Ee sonra ne oldu?
-Adamlar dinlemedi tabiki, onlar için çok kolaydı bizi de dövmek çünkü yerde iki kişi yatıyordu zaten. İçlerinden birinin sopayla Payiz ağabeyin sırtına vurmaya yeltenmesi, onların sonu oldu. Tek hamlede arkasını dönüp, elinden aldı sopayı ve sadece birer tane vurdu yüzlerine. Yusuf ağabey bu anlattıklarımı dört saniyede anlatamadım belki sana ama bu olanlar dört saniyede olup bitmişti bile. Sonra Payiz ağabey çıkınca ben de çıktım arkasından ve bir daha da hiç ayrılmadım.
Gülümsedi Yusuf. Bir süre Devran'a baktıktan sonra,
-Hiç ayrılma.. Hadi sür bakalım çıktı Selim, kendini farkettirme sakın, o tek şansımız bizim.
-Tamam ağabey, deyip çalıştırdı arabayı Devran. Hava kararmıştı iyice. Farları da yakıp, yola devam etti. Selim'i, Gezievleri'ne kadar takip etmişlerdi. Kapalı Saha'nın arasından içeriye girince Yusuf, arabayı durdurmasını söyledi.
-Mahallede ne işi var bunun, diyen Devran şaşkın şaşkın bakıyordu.
-Göreceğiz şimdi, hadi gidiyoruz, diyerek arabadan indi Yusuf. Ve hızlıca yürümeye başladı. Kendi evlerinin, tam karşısındaki sokaktan içeriye girdiğini gördü Selim'in. Arkasından gidecekti ki, yolun sonundaki diğer giriş aklına geldi ve direk oraya doğru yöneldi. Sokağın girişine doğru hızlı adımlarla ilerleyip, oradan izliyordu. Selim durup, beklemeye başladı. Şaşırmıştı Yusuf onun yanına kimin geleceğini tahmin etmeye çalışsa da aklına hiç kimse gelmemişti. O anda Devran da geldi arkasından.
-Sence kim gelecek Yusuf ağabey?
-Bilmiyorum Devran.
İkisi birden tahmin yürütmeye çalışırken, Ayşe'nin gelmesiyle birlikte birbirlerine dönüp, hayretler içerisinde baktılar.
-'Ayşe'yi buraya getireceksiniz..' derken neden bu kadar rahat söylediğini şimdi anlıyorum. Ayşe de işin içinde bence Yusuf ağabey, dedi Devran kesin bir dille.
Selim'den bir zarf alıp, arka mahalleye doğru yürümeye başlayan Ayşe'yi görünce de,
-Şimdi ne yapacağız ağabey, Ayşe'nin mi peşinden gideceğiz, Selim'in mi, diye sordu.
-O zarfta her ne varsa, Hortum'a gidecek. Sen hızlıca git ve arabayı alıp gel, dedi Yusuf.
Hemen koşup, arabayı getirmek için uzaklaştı oradan Devran. Tam arabaya yetişmek üzereydi ki, arkadan gelen Selim'in kendisine baktığını gördü. Hemen geri dönüp, koşmaya başlayınca da peşinden koştu onun. Çok geçmeden yakalayıp, arkadan çelme çaktı ve düşürdü. Sonra da iki yumruk sallayıp,
-Nereye gidiyordun, seni aşşağılık, diye bağırdı yüzüne.
-Hiçbir yere.
Bir yumruk daha salladı Devran,
-Nerede kızlar?
-Bilmiyorum ağabey vurma nolur.
-Bilmiyorsun demek, al sana o zaman, deyip son yumruğu yıkıcı bir şekilde indirdi yüzüne. Bayıltmıştı onu. Sonra da kalkıp arabaya koştu, binip Yusuf'un yanına doğru sürmeye başladı. Gidebilecekleri yerlerden arabayla geçip, onu arıyordu ama bir türlü bulamıyordu. Tek çaresinin Selim'i konuşturmak olduğunu anlayınca, onun bayıldığı yere doğru, hızlıca sürmeye başladı. Geldiğinde hayretler içerisinde kalmıştı. Selim kaçmıştı. Arabayı çevirip, onun gittiği yere doğru sürecekti ki tek el silah sesi duydu..

YILDIRIM ÇETESİWhere stories live. Discover now