7.Kısım

28 3 2
                                    


Giyinmişti Yusuf, dışarı çıkacaktı. En son aynanın karşısına geçip saçlarına son kez şekil verirken annesi yaklaştı ona.
-Aynayı yeni sildim, sıçratma üstüne, dedi Semra.
Bir adım geriye atıp devam etti saçlarını düzeltmeye.
-Nereye gidiyorsun Yusuf, dedi Semra.
-Kütüphaneye anneciğim.
-Kardeşin uyuyor hâla, onu da kaldır götür kendinle.
-Biraz daha uyusun, uyanınca Reel Kütüphaneye gelsin.
-Tamam oğlum, dikkat et kendine.
-Merak etme anneciğim.
Evden çıktı Yusuf, Duman'ı da biraz sevdikten sonra dışarı çıktı. Biraz yürüdü, mahalledeki gençlerin bir araya toplandığını gördü. Onlara doğru yaklaşırken gençler hep beraber ayağı kalktı.
-Hoşgeldin Yusuf ağabey, diye sesler duyuldu.
-Hoşbuldum gençler, hayrola neden toplantınız böyle.
İçlerinden en büyük olan Adnan cevap verdi:
-Beyran tepe çocukları yine saldırmışlar arkadaşlarımıza, kimse kimseyi dinlemiyor ki ağabey herkes yalnız takılmanın peşinde. Yalnız takılınca da böyle oluyor işte, birimizi yakalıyorlar ve dövüyorlar.
Beyran Tepe çocukları sürekli Gezi Evleri'ne gelip bu mahallenin çocuklarını darp eder, paralarını alırdı. İlk değildi bu. Gezi Evleri, Yusuf gilin oturduğu mahalleydi ve ne tuhaftır ki dükkanları da Beyran tepedeydi.
-Gelenlerden herhangi birinin ismini biliyor musunuz, diye sordu Yusuf.
-Yok bilmiyoruz ağabey, tanımıyoruz.
Ne diyeceğini bilemedi Yusuf.
-Kavga etmeyin, onlar on kişi bir kişiye gelse de siz öyle yapmayın gençler, dedi.
Tam o sırada evlerinin kapısının açıldığını gördü. Gelen Payiz'den başkası değildi.
Toplanan kalabalığa baktı ve abisini de orda görünce biraz hızlı adımlarla yaklaştı kalabalığa.
-Merhaba ağabey, günaydın. Merhaba arkadaşlar, dedi.
Herkes sekronize olmuş gibi hep bir ağızdan 'merhaba Payiz' dedi.
-Hayırdır ağabey ne oldu burda, diye sorarken boynundaki fotoğraf makinasının pillerini takıyordu.
Olayı anlattı Yusuf bildiği kadarıyla. İçlerinde Mesut diye biri vardı, boyu kısa, esmer ve zayıftı. Görünüş itibariyle Payiz'i andırıyordu.
-Payiz ağabey, gel artık! Bizimle ol yine hadlerini bildirelim onların, dedi Mesut.
-Çare kavga değil! Ben şimdi Yusuf ağabey ile bir yere gidecem, çare orda. İsteyen gelebilir.
-Orası neresi, diye sordu Mesut.
-Kütüphane, dedi Payiz.
Omuz silkti kalabalık ve iki kardeş yola koyulurken arkalarından giden olmadı.
Kütüphanenin kapısına yaklaştılar.
-Daha önce girmedim hiç kütüphaneye Yusuf ağabey.
-Sessizlik var içerde ve okunmayı bekleyen binlerce kitap. Önce büyüsüne kapılıyorsun sessizliğin ama sonradan çok kitap okuyunca ve her okuduğunda biraz daha aydınlanıp dünyaya bakınca, aslında sessiz olan kütüphane değil, gürültülü olan senin dünyandır, farkediyorsun. Ve her gün biraz daha sessize alıyorsun kötü dünyayı. En sonunda kötülüğü tanımıyorsun, duymuyorsun!
İki kardeş beraber girdiler içeriye. Kapının yanında bir sandalye, bir masa ve sandalyede oturan bir görevli vardı. Masanın üstündeki deftere adını ve soyadını yazdı. Yanına da imza attı.
Sonra kalemi Payiz'e uzattı. Deftere 'Payiz Tunay' yazıp yanına da imza attı.
Kütüphane üç katlıydı. İkince kata çıkan merdiven yukarıya çıkarken, sağa doğru meyilliydi. Merdivenin sağ ve sol tutamaklarına asma çiçek asılıp komple sarılmıştı yukarıya kadar. Yukarıya çıkarken bile insana bir mutluluk hissi geliyordu. Yukarıya çıktılar. Kütüphane görevlilerinden biri;
-Hoş geldin Yusuf, dedi.
Yusuf her zaman geliyordu bu kütüphaneye. Artık görevliler bile tanıyordu onu.
-Hoşbuldum, bu kardeşim Payiz. Artık o da gelecek inşallah buraya, dedi.
-Gelsin tabiki, dedi kütüphane görevlisi.
Kütühanede yedi bölüme ayrılmıştı raflar ve yaklaşık on beş metre uzunluğundaydılar. Tam olarak kitap dünyasındaydılar. Yusuf rafları dolaştıktan sonra 'Antoine de Saint-Exupéry, Küçük Prens' kitabını eline aldı ve rafların sonunda, cam kenarında yere oturup kitabı okumaya başladı. Payiz abisinin bu hareketini görüp çok etkilendi ve kitap okurken dışarda ya da içerde olmanın ya da yerde, bankta, parkta, evde olmanın farketmeyeceğini o hareketle anlamıştı. Ve rafları dolaştıktan sonra eline 'Nazım Hikmet, Memleketimden İnsan Manzaraları' kitabını alıp abisinin yanına oturdu ve okumaya başladı. İki kardeş kendi dünyalarını bırakıp başka gezegenlerde dolaşıyordular. Hızlıca okuyup çevirmiyordu artık sayfaları Payiz. Ve kitap okurken aklı başka yerlerde değildi. Nazım'ın dünyasındaydı artık, onun 'memleketindeki insan manzaralarını' seyrediyordu. Kâh Nazım olup 'Piraye'ye ithaf ediyordu şiirlerini, kâh ise manzara olan insan oluyordu. Bir süre elindeki kitabı öylece okuyup durdu kardeşler. Payiz dünyayla bağlantısını koparmış gibiydi. Ta ki abisi omzuna dokunana kadar. Dönüp abisine baktı. İç çekip içindeki o mutluluğu anlatamamanın hissiyle 'efendim ağabey' dedi.
-Ne de güzel okuyorsun! Bozmak istemezdim o mutluluğunu ama gitmemiz gerekiyor.
-Gidelim ağabey ama buraya daha çok gelelim artık.
Kitapları raflardaki yerlerine koyduktan sonra o merdivenden indiler. İçinde farklı bir duygu vardı Payiz'in anlatamadığı. Ama ona bakan Yusuf anlıyordu o duyguyu. Kütüphaneden çıkarken dışardaki heykel dikkatini çekti Payiz'in.
-Ne güzel bir heykel yapmışlar değil mi ağabey, diye sordu abisine.
-Evet çok güzel, anlamı derin bir heykel gerçekten.
Boynundaki fotoğrafı ayarlayıp hemen abisine verdi Payiz heyecanla.
-Bir fotoğrafımı çeker misin ağabey?
-Çekerim tabiki kardeşim.
Heykele yaklaştı Payiz, nasıl bir poz vereceğini bilemedi başta. Sonra üstüne oturmaya karar verdi heykelin. Heykelde dört tane kitap üst üste düzenli olmayacak şekilde koyulmuş gibiydi. Oturdu üstüne Payiz ve 'ben hazırım' dedi.
-Kıpırdama çekiyorum. Bir, iki, üç, deyip çekti Yusuf fotoğrafı ve çıkardı makinadan. Elinde salladı bir süre ve fotoğrafa baktı.
-Vay! Güzel fotoğraf. 'Kitap seni hep yukarı taşır' adlı çalışma gibi.
Payiz heykelin üstüne otururken böyle bir şey düşünmemişti ama abisinin o konuşmasından sonra, kime fotoğrafı gösterse 'kitap seni hep yukarı taşır' diye anlatacağına karar verdi.

YILDIRIM ÇETESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin