BÖLÜM 12: SATIR BAŞINDA KALBİM HEP KIRIKTI

Začít od začátku
                                    

Direnmedim. Bana gösterdiği yere oturmuş ve onu izlemeye devam etmiştim. Eline aldığı karton bardaklara sıcak su dolduruyordu.

"Nasılsın? Neler yapıyorsun?"

"İyiyim hocam, siz nasılsınız?"

"Ben de iyiyim." Bardaklara sallama çayı attıktan sonra geri oturmuştu koltuğuna. Bir bardağı da benim önüme koydu. "Uzun zaman oldu."

"Evet," diye fısıldadım. Bana hazırladığı çayı elime aldığımda, "Teşekkür ederim," demiştim ona.

"Afiyet olsun." O da çayından yudumladı. "Babanla aran nasıl?"

Sessizce yutkundum. "İyi."

"Mısra'yla bayağı samimi gibisin, neyi oluyorsun?"

Gülümsedim imasına. "Arkadaşıyım."

"Yeme beni." Bana takılmasına gülmüştüm. "Ona bakışlarını gördüm."

"Fazlasıyla değer verdiğim bir arkadaşım, hocam."

Buruk bir gülümsemeyle, "Fazlasıyla değer verdiğin..." diyerek beni tekrarlamıştı. "İnsanlar yaşlanınca eşlerine hayat arkadaşım diye hitap etmeye başlar. Dünya'nın ikiye bölündüğünü tam orada anlıyoruz demek ki. Burası ve sonrası... Hayat ve onun ötesi... Bunu kabullenmek de zaman aldığından, sevgilim diyoruz bir süre. Sonra da bir gece başını yastığa koyduğunda anlıyorsun, şu kısacık yaşamında seni taşıyabilen tek ruhun o olduğunu... Değil mi Ogün Bey?"

"Sakıncasız."

Ertan Hoca bir kahkaha patlattığında ben de ona eşlik etmiştim. Ne olursa olsun o hâlâ benim hocamdı ve bu gibi durumları onunla konuşmak garip hissettiriyordu. Utanıyordum. Doğal olarak konu ne kadar çabuk kapanırsa benim için o kadar iyiydi.

Kollarını masaya yaslayıp bana doğru eğildiğinde yüzündeki gülümseme silinmeye yüz tutmuştu. Düşünceliydi. Avuçlarına sıkıştırdığı bardağı izliyordu ama sıkıntılı nefesini dışarıya saldığında o bardakla ilgilenmediğini çoktan anlamıştım. "Durumun nasıl, Ogün?"

"Ne gibi?"

Gözlerini kaldırıp bana baktı. "Hâlâ çalışıyor musun?"

Başımı salladım.

"Nerde?"

"Aynı işime devam ediyorum."

"Bazen sesini duyuyorum televizyonda. Sen olduğunu fark edince bir garip oluyorum. Hem gurur duyuyorum, hem de vicdan yapıyorum kendime. Orayı hak ediyor musun diye... Çok daha iyi yerlere gelebilirdin. Başarılıydın. İnatçıydın. Geleceğin çok parlaktı, Ogün. Ama elimden bir şey gelmedi. Seni geri döndüremedim şu okula. Hep gözüm orta sıradaki o son masaya kaydı. Başka bir öğrenci geçmişti masaya ama bana boş gibi geliyordu her seferinde, çünkü sen yoktun. Teneffüslerimi bana zehir eden öğrencim bir anda çekip gitmişti. Zamanla şunu dedim kendime: O her şeyi hızlı öğreniyordu Ertan, hayatı da erkenden öğrenmesini bildi."

Gözlerim dolduğu için bakışlarımı ondan kaçırmış ve bir süre öylece etrafa bakınmıştım. Kendimi sıktığımdan avuçlarımdaki karton bardağın büzüştüğünü hissedebilmiştim. Birkaç kez yutkunarak boğazımdaki o düğümü yok etmeye çalıştım. Geçmişimde kalan birileriyle yüzleşmeyi bu yüzden sevmiyordum işte. Onların böylesine umutlandığı Ogün Enes olamamıştım. İnsanların gözünde artık bir serseriden farksızdım. Benden korkuyorlardı. Bana saygı göstermiyorlardı. Beni zeki bulmuyorlardı. Yakışıklı da değildim. Kısacası bir şey olmayı başaramamıştım. Oysa ne büyük hayallerim vardı benim. Herkesin tanıdığı ve minnet ettiği bir adam olacaktım. Ben de onlara minnet edecektim. Saygıyla karşılanacaktım. Bilgin olduğum düşünülecekti. Takım elbiselerin içinde bulacaktım kendimi. Belki de bir şirkette çalışırdım. İçeriye adım attığım an beni selamlayacakları bir mertebede olurdum. O hayalini kurduğum evi alırdım. Babamla yayılırdık bahçedeki koltuğa. Ellerimizde bir bira varken, gökyüzüne baka baka söylerdik bir şarkı. Bir daha tıkılmazdı o nefret ettiğimiz evin içine. Kapımızın ne zaman kırılacağını bilmeden başımızı koyduğumuz o yastıkta tedirgin bir şekilde uyumazdık. Koruma tutardım babama. Kimse dokunmazdı ona. Onu yutup gidecek olan toprak dâhi...

"Hani derler ya, bu ülkeye çöpçü de lazım..." Ertan Hoca'ya buruk bir gülümsemeyle baktım. "Bu ülkenin çöpçüsü de benim, şu içtiğimiz çayları toplamak için saatlerce güneşin altında ter döken tarlada çalışanı da, inşatta metrelerce yüksekte iş güvenliği olmadan ailesine para götürebilmek için çalışan o adam da, her yeni güne başladığında senin gözlerini rahat rahat açabilmen adına soğukta nöbet tutan ve hatta yeri geldiğince canını feda eden Mehmetçiği de benim.. Bir diplomamız yok ama oradayız. Bir yerlerdeyiz ve birileri için hep çabalıyoruz. Gerekirse katil bile oluyoruz, içimizdekileri öldürüyoruz, ama bunu diğerlerine belli etmiyoruz da. Haberlere çıkıyoruz bazen. Çok değil, üç beş dakikalığına. Bizden bahsediliyor ve yine unutuluyoruz. Hayat devam ediyor." Başımı hafifçe sağa sola salladım. "Çünkü bu hayatın da bir diploması yok, hocam. Her an bir çöpçü, bir işçi, bir asker olarak karşına çıkabilir. Onlara ne kadar ihtiyacın olduğunu anlarsın. Gerekirse sen de bizim gibi bir katil olursun."

Elimdeki bardağı onun önüne koydum. "Bana bunu öğretmediniz mi hocam?"

"Neyi Ogün?"

"İnsanlık için iyi olmayı..."

Oysa bildiğimi sandığım şeyden çok daha uzak bir yerdeydim. Bir sokağın başındaydım. Hemen arkamda kalan sokak lambasının yansımasıyla gölgem uzun uzadıya dökülmüştü taştan döşemelerin üzerine. Karşımdaki binaya bakıyordum. Üçüncü katında beni bekleyen o kötü ruha... Onun için iyi olmaya değmezdi bu dünya. Onun pisliğini toplayan bir çöpçü olmaya, içtiği o bardağın içine akıttığı onca kana, sığındığı o binanın taşlarını örmeye, bu topraklardaki varlığının korunmasına değmezdi. İşte bunlar öğretilmemişti bana. Bu yüzden daha sokağın başındayken kaybolmuştum ben. Silahın kabzasını sıkı sıkıya tutan elim terlediğinde hissettim paramparça olan benliğimi.

Artık bir ölümü taşıyordum avuçlarımda.

ayten okay

12 GECE | OGÜN ENESKde žijí příběhy. Začni objevovat