3. Bölüm "Üniversitede ilk gün"

Start from the beginning
                                    

Prof. Dr. Ali Karakaya'nın kürsüye çıkmasıyla büyük bir şok yaşadım. Şeyma kolumu dürterek hayretle sordu.
"Bu nasıl rektör böyle? Kaç yaşında bu adam? Otuz mu?" 

Şeyma'nın dediği kadar gençti rektör. Otuz bilemedin otuz beş yaşındaydı. Ama kantinde görsek öğrenci diyebileceğimiz kadar gençti.

Konuşmaya başlamasıyla havada dolaşan fısıltılar bıçak gibi kesilmişti. Rektörün coşkuyla karşılanmasının sebebi her yeni cümlesinde daha da belli oluyordu.  Profesör gerçekten çok, çok etkileyici konuşuyordu. İnsanların bu konuşmaya akın etmemesi mümkün değildi. Kendinden, akademik başarılarından hiç bahsetmese de konuşmalarının altında büyük bir başarı öyküsü yatıyordu.

"Ben size okulumuzun akademik başarısını anlatmadım, anlatmayacağım. Çünkü bana akademik başarı ne demekmiş mezun olurken sizler göstereceksiniz. Bunu da iyi bir insan olmayı temel hedef haline getirerek yapabilirsiniz. Zaten iyi bir insan vasfını taşıyan her kişi akademik başarıyı pekâlâ elde edebilir. Sizi temin ederim, iyi bir insan olursanız başarıya kollarınızı açmanız yeterli , o zaten sizin kollarınıza atılmaya can atıyor olacak."

Konuşmasını sonlandırdığında ilkinden çok daha büyük bir alkış tufanı koptu. Şimdi bizim gibi yeni gelen öğrenciler de avuç içleri patlayana kadar alkışlıyordu çünkü.

Başta hocaya karşı ne kadar da önyargılı olduğumu fark ettim. Zannettim ki bizi bir yarışın beklediğini söyleyecek, okulunun gurur tablosunu sayacak. Bizden beklentilerini listeleyecek. Ama konuşmasından, başarılı insandan önce iyi insan yetiştirmek istemesinden etkilenmiştim.

İlk gün olduğu için pek ders işlenmemişti. Hocalar kendilerini tanıtıp dersleri hakkında bilgi verip yıl içindeki planlarını söyleyip bırakmıştı.

Ders bittiğinde Şeyma'yla sözleştiğimiz gibi kantine gittim. Kalabalık arasında dikkatli gözlerle arkadaşımı aradım. Bulamayınca aramak için telefonumu çıkarmıştım ki arkadaşımın cırlayan sesini duydum. Sesin geldiği yönü bulduğumda Şeyma'yı da bulmuştum. Biriyle tartışıyordu. Hem de oldukça şiddetli bir şekilde... Hızlı adımlarla masaların arasından geçmeye başladım.

Son iki adımda "Neden kavga ediyorsunuz?" diye olaya müdahil olmaya kalkışmıştım ki kavga ettiği çocuğu görmemle duraksadım.

"Demek bu cadaloz senin arkadaşın?"

Şeyma bir kavga ettiği çocuğa bir de bana baktı ve kaşlarını iyice çatıp "Ne diyor be bu?" diye sordu.

"Biraz kibar olmayı denemelisin."

Geçenlerde yol kenarında bulduğum çocuğu karşımda görünce sersemlemiştim. Anlık bir sersemlik olmakla birlikte birbirlerine doğru delici bakışlar atıp tekrar laf dalaşına giriştiklerinde "Durun!" diye çıkıştım.

Şeyma'yı kolundan tutup bir adım geri çektim. "Niye kavga ediyorsun? Bir şey mi dedi? Laf mı attı?"

Şeyma bakışlarıyla çocuğu öldürmeye  devam ederken "Son karamı aldı." dedi.

"Karam?" diye sormamla çocuğun elindeki çikolatayı gösterdi. İçimden kocaman bir kahkaha attım.

"Bir çikolata için mi bu tantana?" sorusunu ikisine de sormuştum ciddi kalmaya çalışırken.  İkisi de gözümde çocuktan farklı değildi şu an. Şeyma'nın çikolata sevdiğini biliyordum ama bir çikolata için kavga edeceğini düşünmüyordum. İçimden bir his bu kavganın altında daha farklı sebepler yattığını söylüyordu. Sanki ikisi de kavga etmek için ediyordu. Gereksiz bir sebep bulup birbirlerine saldırıyorlardı.

İKRAWhere stories live. Discover now