BÖLÜM 31

1 0 0
                                    

31: Denizin derinliklerini seyreden bir yönetici, oradan yönetime dair ne tür dersler çıkarabilir ki?

Öğleden sonra saat 3 gibi birlikte dalış yapacaklardı. Taner, daha derinlere dalmayı çok istiyordu ama Sibel, henüz acemi olduğu için onu yalnız bırakmama düşüncesiyle mecburen daha sığ yere dalacaklardı. Sibel'se ömründe ilk defa dalış yapacak olmanın heyecanını yaşıyordu. Youtube'dan defalarca dalış izlemişti. Taner'se rahattı.

Öğleden sonra saat 2'ye doğru sahile inmişlerdi. Ama ortalıkta kimseciklerde yoktu. Limanda yere oturup ayaklarını denize sallamış etrafı seyrediyorlardı. O sırada, şehir merkezinin hemen gerisindeki dağın zirvesi, Sibel'in dikkatini çekti. Sanki dağın zirvesi sağına yatmış, boylu boyunca sağ yanına uzanarak yatmış, bir dev siluetine benzetti. Gerçekten gözler, burun delikleri, kollar, göğüs, bacaklara kadar sanki dev bir yaratık gibiydi. Taner'e dağın zirvesini gösterip "İlginç... Bak bak... Aaaa sanki dağın zirvesinde yatan bir dev var. Sen de fark ettin mi?" dedi. Taner, anlayamamıştı. "Sibel, yine hayal görüyorsun galiba. Çocukken çizgi filmi biraz fazla kaçırmışsın." Sibel "Sen alay et bakalım. Şu tarafa iyi bak, sol taraftaki mağaralı bölüm kafa, göz ve ağız, üst taraf pazulu bir kol..." Taner ilk anda zorlandıysa da az sonra gerçekten dağın üst tarafı sağına yatmış bir dev gibiydi. "Evet, evet. Gerçekten çok benziyor. Tüm sözlerimi geri alıyorum." dedi. O an, İstanbul otağ tepedeki ağaç, aklına geldi. Oradaki bir ağacın, şahlanmış bir at ve sırtında Fatih Sultan Mehmet'in siluetini hatırlattı. Sibel "Hayal gücü güçlü olanlar, gerçeklerin daha çabuk farkına varırlar." deyince Taner, başını sallayarak onaylamıştı. "Senin hayal gücüne her zaman hayran olmuşumdur. Gerçekten de bazı şeylerin farkına benden önce varıyorsun. Sezgilerin güçlü. Bu doğru!"

Öğleden sonra saat 3 olmuştu ama henüz herkes gelmemişti. 20-30 dakika sonra ancak insanlar toparlanabilmişti. Eğitmenler, gecikmelere alışkın oldukları için bir şey söylemeden kıyafeti tanıtmaya geçtiler. Sibel, hiçbir şey demeden sabırla programlarına devam etmelerine hayran kalmıştı. Dayanamayıp eğitmene sordu. "Nasıl bu kadar sabırlı olabiliyorsunuz? Kimseye bir tek laf bile söylemiyorsunuz?" "Bizim patron insan ilişkileri konusunda çok hassas biridir. Kulağımıza küpe olan, her zaman hatırlattığı, bir prensibimiz vardır. "İnsanları hoşgörün! Hoş göremezseniz, bari nahoş görmeyin! Nahoş görseniz de hiç olmazsa dillendirmeyin!" "Süpermiş valla!" Sonra diğer turistlere dönüp, nasıl dalış yapılacağını, denizin içindeyken kullanılacak işaretleri tek tek gösterdiler. Herkesin yapmasını istedi. Yapanların bizzat yanına gidip onları onaylıyordu. "Bravo, harikasın, tamamdır." deyip yüreklendiriyordu. Herkes teknenin içinde dalgıç kıyafetlerini giymek için sırayla tekneye geçti. Giyinen, kendisini sanki aya gidecek astronot gibi hissediyordu. Kıyafetler de giyildikten sonra tekne sahilden açıldı. Yavaş yavaş hızlanan tekne, limandan çıkmış batıya doğru dümen kırmıştı. Denizde hafif dalga vardı. Tekne denizi yararak ilerliyordu. Şıp şıp dalganın vuruşu, ayrı bir melodi oluşturuyor, motorun gürültüsüne karışıp gidiyordu. Teknenin üzerinde ise yolcuların çoğunluğu acemi olduğu için, dut yemiş bülbül gibi susmuşlar, sus pus olmuşlar, telaşları da hepsinin yüzünden okunuyordu. Tecrübeli olanların rahatlıkları, bağıra bağıra yüksek sesle konuşmalarından, kendine güvenli ve neşeli hallerinden belliydi. Dalganın etkisiyle tekne sallandıkça yenilerdeki heyecan, korkuya dönüşüyordu. Eğitmenler, ilgilerini etraftaki manzaraya çekerek onları rahatlatmaya çalışıyorlardı. Aynı zamanda denizin içinde neler göreceklerini, neyle karşılaşacaklarını bir bir anlatıyorlardı. Seslerini duyurmak için biraz yüksek sesle konuşmak zorundaydılar.

Nihayet dalış yapacakları yer olan Hidayet koyuna gelmişlerdi. Acemi dalışlar için, Kaş'ın daha çok tercih edilen yeri burasıydı. Üstelik pek dalganın olmadığı, doğal bir liman gibi, korunaklı bir yerdi. Tekne yavaşlamıştı. Burada deniz çarşaf gibi dümdüz ve pırıl pırıl tertemizdi. Sadece teknenin oluşturduğu dalgalar vardı. Motorun çıkardığı pat pat sesi artık iyice azalmıştı. Hatta kaptan motoru kapatmış tekne sessiz ve sakin bir şekilde ilerliyordu. Hidayet koyu, Kaş'ın batıya doğru uzanan 12 kilometrelik yarım adanın Meis'e bakan tarafındaydı. Hemen yakınında yüzme plajı vardı. Kıyıya yakın bir yerdi. Gri kayalıklar, maki bitki örtüsünün hemen yakınlarındaydı. Denizde turkuazın, mavinin, lacivertin tüm tonları vardı. Kıyıya doğru renkler açılırken derinlere doğru renk laciverte dönüyordu. Tekne demir atmış ve durmuştu. Artık beklenen an gelmişti. Turistlerden ikisini deniz tutmuş, kusmaya başlamıştı. Hemen bir kenara oturtup eline poşet verdiler. Hem kusuyor, hem öksürüyordu. Bir görevli "İsterse dalmasın!" dedi. Ama turist vazgeçecek gibi değildi. Kusarken başıyla da dalmaktan vaz geçmeyeceğini işaret ediyordu. Dalmaya kararlıydılar. Herkes çoktan sırtına tüpü takmış, deniz maskesi ve hortum ellerindeydi. Önce maskenin içine tükürmelerini ve deniz suyuyla yıkamalarını söylediler. Böyle yapılırsa maskenin camı buğulanmayacağını öğrenmişlerdi. Herkes maskelerin içine tükürdü. Denize batırıp iyice yıkadıktan sonra maskelerini ve hortumlarını kafalarına taktılar. Arkasından bellerine de ağırlık yapması için kurşundan kalın kemerler takıldı. Bu sayede dolayısıyla dibe inmek için çok fazla gayrete gerek yoktu.

KÜLLERİNDEN...Bir Yönetim Romanı.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin