BÖLÜM 27

1 0 0
                                    


27 : Stresten bunaldığında ne tür ortamlar tercihindir? Özellikle Türkiye'de neresi sana tüm sıkıntılarını unutturur?

Havaların iyice ısınmasıyla işler de artık rölantideydi. Kaş'a gitme vakti gelip çatmıştı. Taner, vekâleti en güvendiği elemanı, muhasebe müdürü Filiz'e vermişti. "Lütfen, çok zorunlu olmadan beni arama! Bu tatile çok ihtiyacım var." dedi. Filiz de "Endişe etmeyin Taner bey! Gözünüz arkada kalmasın. Biz gereken her şeyi yaparız. Aramamak için elimden gelen her şeyi yaparım. Arkadaşların da aramasına engel olurum. Herkes işini biliyor. Zaten şu anda piyasada yaprak kımıldamıyor. Siz burayı unutun. Size iyi tatiller, dilerim!" demişti.

Taner ile Sibel, tam zamanında Dalaman havaalanına indiler. Yolculukları hem kısa hem de rahattı. Zaten hostesin ikram duyurusu, ikram ve ardından çay derken yolculuk göz açıp kapayıncaya kadar bitivermişti. Havayolu şirketlerinin özellikle havada koltuğa sıkışmış insanları rahatlatmak, yolculuğu zevkli hale getirmek için ikram seremonisini kullandıkları belliydi. Başına aşçı külahı geçirmiş bir görevlinin yemekle ilgili baştan bilgi vermesi servisin zamanlaması gerçekten zekice düşünülmüş bir etkinlikti adeta. Uçak iniş yapmadan önce anonslar sanki "Tatil başlıyor!" uyarısı gibiydi. Yukarıdan hem yemyeşil ormanı hem de masmavi denizi görmüşlerdi. Uçak havaalanına inip bir süre yerde ilerlemeye başlayınca çokları uyarıları dikkate almadan kemerlerini çözmüş, yasak olmasına rağmen cep telefonlarını açmışlardı. Taner de açacaktı ama hemen Sibel uyardı, açtırtmadı. Uçak durduktan bir süre sonra kapılar açılmıştı. İçerinin sıcaklığı birden artmıştı. Hele uçağın merdivenlerinden inerken havanın sıcaklığı karşısında Sibel "Vaaaav, Taner burada kesin yumurta gibi pişeceğiz." demişti.

Sıcak hava dalgası yüzlerini yalıyordu. Taner "Bu kadar sıcak olmasa insanlar kendini zevkle hiç denize atarlar mı? Bence, özellikle Akdeniz'in denizini zevkli kılan en önemli yanı da bu zaten, sıcacık iklimi. Bol güneşli ve nemsiz, sıcak hava. Bak bakalım, yazın Karadeniz'e kaç turist geliyor, Akdeniz'e kaç turist geliyor. Hele Avrupalı turistler, yıl boyunca bu güneşe hasret oldukları için Türkiye'de özellikle güneye resmen hücum ediyorlar." "Biz bu sıcağa dayanabilir miyiz, dersin?" "Gündüz güneşte dolaşmak yerine denize gidersek akşamları da zaten biraz serin olur, sahilde dolaşırsak niye dayanamayalım ki? Hem azıcık yansak iyi olur. Kışın üşüyen kemiklerimizi iyice ısıtmış oluruz. Üstelik bol bol, yıllık D vitamin ihtiyacımızı da karşılamış oluruz." "Sen de biraz abartıyorsun. Seni dinleyince, şimdi kendimi tedaviye gelmiş gibi hissettim." "Bence çok da yanlış değil. Göreceksin, dönüşte hem fiziken hem de ruhen kendini çok daha iyi hissedecek ve her yıl buraya gelelim diye bana yalvaracaksın." "Sanmam!" "Büyük konuşma!" derken valizlerini almak için konveyöre yaklaşmıştılar. Taner bir süre bekledikten sonra iki çanta ve valizi gelmişti. Çıkışta firmanın ofisinden arabanın anahtarını alıp araç parkına gitmiştiler. Havaalanı küçük olduğu için park fazla uzakta değildi.

Parktaki kiralık arabalarına binip beklemeden hemen yola çıkmıştılar. Sibel hemen klimayı açmıştı. Arabanın kliması sayesinde tekrar serin havaya kavuşmuştular. Derin bir oh çekmişti. "Klima, insanlığın en büyük buluşlarından biriymiş, meğer. İnsan bunu sıcaktan yanan sahillerde daha iyi anlıyor. Etraf mis gibi kokan portakal ağaçlarıyla doluydu. Ağaçları görünce canları portakal istedi. Taner'in bir gözü sürekli yol kenarlarındaki meyve satıcılarındaydı. Portakal satan bir meyveci görünce, hemen saptı. Satıcı sıcaktan başını ıslatmış üzerine de hasır foter şapka giymişti. Dökündüğü su tişörtünün ön tarafını ıslatmıştı. Neşeyle arabaya yaklaşıp gülümseyen bir yüzle "Abime, ablama ne kadar portakal vereyim, acaba? Şurup bunlar şurup." Üç kilo yaz portakalı satın almışlardı. Yazın ortasında böyle lezzetli portakal yemek apayrı bir zevkti. Yaklaşık 40 dakika sonra, Fethiye şehir merkezi tabelasını görmüşlerdi. Fethiye şehir merkezine uğrayıp sahilindeki çay bahçesinde, keçi sütünden yapılmış yanık dondurma yediler. Sonrasında, Fethiye sahilinde yaptıkları kısa yürüyüş, onlara yetmişti. Fethiye de çok hoşlarına gitti. Hele sahildeki yürüyüş parkı, Sibel büyülenmişti.

Akşam yemeğini Kaş'ta yiyeceklerdi. Güneş batmadan Kaş'a varmak istiyorlardı. Yolların çam, katran ve zeytin ağaçlarıyla kaplı olması hep tabiatla iç içe gidilmesi onlara İstanbul'un trafiğini unutturmuştu. Hele beton binalardan gına gelmiş birileri için, burası onlara rüya gibi gelmişti. Daha şimdiden Taner, böyle muhteşem doğa harikası yerleri bırakıp İstanbul'a nasıl döneceğini düşünmeye başlamıştı. Sibel bile gördükleri karşısında, "Taner, 7 gün kısa gelecek gibi görünüyor." demek zorunda kalmıştı. Kalkan'dan sonra yolun sağı masmavi deniz, solu ise yeşil-gri karışımı makilerle kaplı Toroslar'dı. Sibel, sağ koltukta hep denizi izliyordu. Yolun hemen kenarı kısa makilikler, diken gibi gri kayalıklar, açık maviden başlayıp laciverte kadar turkuaz ve mavinin tüm tonları ufukla buluşuyordu. Deniz çok berrak ve tertemizdi.

Hele Kaş'a 10 km kala gördükleri, Kaputaş plajı bir doğa harikasıydı. Toroslar ikiye bölünmüş büyük bir kanyonun ağzından, denize doğru bir kumsal uzanıyordu. Yol kısa ve dar bir köprüden geçiyordu. Köprüyü geçer geçmez tam karşıdaki küçük mermer bir levhada köprü yapılırken dinamit patlamasından ölenlerin isimlerini görmüştüler. Gerçekten, çok dar ve sarp bir köprüydü. Yol açmak için dinamitler patlatılırken yaşanan elim kazalar bir sürü can gitmişti. Kıyı birden yükselen bir dağ ile sarılıydı. Sanki plaj, 200 metrelik çok dik ve ürkütücü bir uçurumun kenarında gibiydi. Yukarıdan bakınca denizin içi çok net görünüyordu, pırıl pırıl cam gibiydi. Denizde mavi, tüm tonlarıyla dans ediyordu. Böyle güzel bir manzarayı atlamak istememişlerdi. Yolun sağında arabalarını park edip yukarıdan Kaputaş plajını izlemeye başlamıştılar. Muhteşem canlı bir tablo seyrediyorlardı. Burası bir doğa harikasıydı. Bir deniz sahili ancak bu kadar güzel ve etkileyici olabilirdi. Her taraf fıkır fıkır, turist kaynıyordu. Taner "Sibel gördün mü? Elin yabancısı ağzının tadını nasıl da biliyor. Biz sanki dünyayı kurtaracakmışız gibi işimizin başından ayrılamıyoruz. Elin oğlu buraya kilometrelerce öteden bir sürü para harcayıp her yıl geliyor, her yıl. Üstelik bir haftalığına da değil." "Nereden biliyorsun bunları? Abartmasan olmaz sanki." "Kızım sen instagramdaki yorumları okumadın mı?" "Sen de her okuduğuna inanma." "Peki ya bu gördüklerin..." Burası belki de hayatlarında gördükleri en harika yüzme yeriydi. Taner "Sibel, meraklanma. Kaputaş plajında yüzmek, planımızda vardı. O zaman gelince bol bol izleriz."

Ama "Güneş batmadan Kaş'a varmak zorundayız." demişti. Sibel, oradan hiç ayrılmak istemiyordu. Bir taraftan da karnı zil çalmaya başlamıştı. Denizin azot kokan harika havasını iyice ciğerlerine çekmişlerdi. Sonra arabaya atlayıp yola devam etmiştiler. Yollarda sık sık karşılarına gelen onlarca doğal koy ve neşe içerisinde yüzen kalabalıklar, dikkatlerini çekmişti. Sanki ipini koparan herkes buraya hücum etmişti. Kaş levhasını, gördükten hemen sonra muhteşem görünümüyle, Akçagerme plajı ilgilerini çekmişti. Sahilin kumsalı, güneşlenen ve denizde yüzenlerle doluydu. Heyecanları giderek artmıştı. O anda denize atlamayı çok istemiştiler. Kıyıya paralel 10-15 kilometrelik yarımada ve önündeki adaları, kıyıdaki çok yüksek dağları görünce Taner "Gerçekten çok etkileyici, buraları biraz Karadeniz kıyılarını da andırıyor. Daha önce gördüğüm Rize kıyıları ve sıra dağları beni büyülemişti. Şimdi de buradan çok etkilendim." demişti.

5dakika sonra büyük ve modern yat marinasını görünce Sibel "Aslında buraya bir yatlada gelebilirmişiz." deyince Taner de "Neden olmasın? Bakarsın bir gün burayayatla geliriz." demişti. Dağların büyük ağaçlarla değil seyrek zeytin ağaçlarıve özellikle makilerle kaplı olması dikkat çekiciydi. Fethiye ormanlarla kaplıiken burada ise tabiatta hâkim olan renk, gri ve grinin tonlarıydı. Denizde iseturkuaz mavisi ve tonları hâkimdi. Taner, "Sibel hiç dikkat ettin mi, hiç iştenbahsetmiyoruz. Hadi benden beklenir de sen de kendini Kaş'a çok çabuk kaptırdın,farkında mısın? " demişti. Sibel de " Tanerciğim dikkat edersen buranıncoğrafik yapısı çok etkileyici. İnsanı kendi içine öyle bir çekiyor ki. Nasılsöylesem, sanki burada karşı koymanın imkânsız olduğu, insana her şeyiunutturan çok güçlü doğal bir mıknatıs var." demişti.    

KÜLLERİNDEN...Bir Yönetim Romanı.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin