BÖLÜM 1

48 1 0
                                    

1 : Bir yöneticinin danışmanlık ya da koçluk desteği alıyor olması, sizde yönetici ile ilgili bir; zayıflık, acizlik, yetersizlik algısı oluşturur mu?


Rıfat Bey, umudunu iyice yitirmiş şirket her taraftan sos veriyordu. Sermayesi, günden güne, güneş görmüş kar gibi eriyordu. Bayiler sudan bahanelerle alımlarını başka şirketlere kaydırırken, bu gidişe bir türlü engel olamayan pazarlamacıların da artık aklı fikri başka şirketlere gitmekteydi. Cazip iş fırsatı yakalayan her eleman haber bile vermeden ayrılıp gidiyordu. Zaten, Rıfat Bey'in kasasının, tamtakır, kuru bakır olduğunu, borçlarını öteleye öteleye iyice sıkıştığını şirkette bilmeyen yok gibiydi. Hem tedarikçilerin hem de çalışanların ödemeleri, sürekli aksıyordu. Verilen çeklerdeki karşılıksız sayısı her geçen gün artıyordu. Bankalar da kredi musluklarını iyice kesmişti. Eskiden zırt pırt gelip "Kredi verelim." diye başının etini yiyen bankacılar, artık selamı sabahı kesmiş, hiç uğramıyorlardı. Deniz bitmişti. Rıfat Bey için artık yolun sonu görünmüştü.

Rıfat Bey'e göre, kendi oğlu ve kızının hiç o tarakta bezi yoktu. Kızı Leyla, fen lisede okuyan başarılı biriydi. Küçük çocuklarla oynamaya bayılırdı. Çocuklar da onu çok severlerdi. Çocukluğundan beri en büyük hayali, çok sevdiği doktor teyzesi gibi çocuk doktoru olmaktı. İlgisini hiç çekmediği gibi babasının işyerine bile hiç gitmemişti. Hele oğlu Umur'sa büyüdükçe babasından neredeyse kaçar olmuştu. Babasıyla bir türlü anlaşamıyordu. Hep büyük düşünüyordu. Yabancı bir şirkette profesyonel yönetici olmak ona cazip geliyordu. Babasının yönetim anlayışını, o küçük aklına bir türlü aklına sığıştıramıyordu. Babası da çoğu zaman "Oğlum biz bu noktalara helikopterle inmedik. Tırnaklarımla kazıya kazıya geldik. Senin düşündüklerinle, hayatta para kazanılmaz. Geç bu ham hayalleri. Hem, senin daha yaşın küçük, aklın ermez böyle şeylere. Büyü, yaşa, gör! Ondan sonra görüşelim." derdi. Babası ile yıldızı bir türlü barışmamıştı. Hatta şirketle ilgili problemler konuşulunca hemen ortamı terk ederdi. Hâlbuki o hem liderlik yönü olan hem de yurtdışında işletme üzerine doktora yapmayı dahi kafasına koyan biriydi.

Rıfat Bey, İstanbul'a ayak basar basmaz özellikle futbol maçlarının olduğu zamanlarda statlarda çekirdek satarak işe başlamıştı. Yeri gelince simit, hatta üç tekerli seyyar arabasıyla, nohutlu pilavdan iyi paralar kazanmıştı. Zamanla pazarlarda elbise satarak işini büyütmüş kısa zamanda Üsküdar'da kendi minik dükkânına kavuşmuştu. Gece gündüz, tatil nedir bilmeden, ölesiye bir çalışmasıyla 3 yıl sonra nihayet Avrupa yakasında, ikitelli organizede, toptancı mağazasını açmayı başarmıştı. Tam bir işkolik olan Rıfat Bey, kısa zamanda işini büyütmüştü. Alanında pek ciddi bir rakibinin olmayışı işini iyice kolaylaştırmıştı. Köpeksiz köyde değneksiz dolaşıyordu. Önce İstanbul sonra Anadolu'da 300'ü aşkın bayisiyle oldukça karlı, başarılı bir işletmenin sahibi olmuştu. Bu kadar hızlı büyümeye o da şaşırmıştı. İşler artık Rıfat Bey'in çapını aşıyordu. Özellikle sektöründe yeni güçlü rakiplerin çıkmasıyla birlikte şirket resmen duraklama dönemine geçmişti.

Rıfat Bey'de yaşlanmış dahası yorulmuştu. Rıfat Bey kendinden sonra işin başına kimi getirecekti? Oğlunun kafa yapısı çok farklıydı. Geriye tabi ki tek aday, kız kardeşi Necla'nın oğlu Cem kalıyordu. Necla, mendebur kocasına 5 yıl dayanabilmişti. Abisi, Rıfat Bey'in desteğiyle ancak boşanabilmişti. Necla ve tek oğlu Cem'in her türlü bakımını, o üstlenmişti. Gerçi Necla, bir şirkette muhasebeci olarak çalışıyor, kocasından gelen nafaka parası da onlara yetip artıyordu. Ama Cem'in okul masraflarını, her zaman dayısı karşılamıştı. Her ay mutat olarak harçlığını bizzat kendi eliyle vermişti. Cem'i kendi çocuklarından hiç ayırmazdı. Kendi oğlu gibi görürdü. Ticarete yatkınlığı, insan ilişkilerinin çok iyi olması, ister istemez onu veliahdı yapıyordu. Cem de, dayısını babası gibi görürdü. Her fırsatta işyerine gider, yardım ederdi. O da Rıfat Bey'le adeta arkadaş gibiydi. Rıfat Bey'in bir dediğini iki etmezdi. Hızlı ve sağlam iş yapardı. Şirkette Cem'i sevmeyen yoktu. Alçakgönüllü ve sempatik hali, hele her fırsatta herkese yardımcı olmaya çalışması, insanların gönüllerini fethetmeye yetmişti. Literatüründe "Hayır, olmaz!" diye bir kelime yoktu. Dayısından, hem çok çekinir ama onu babası gibi çok da severdi. Onun üzülmesine asla dayanamazdı. Onun için her şeye katlanmaya hazırdı. Ne yapar eder verilen görevi mutlaka yapardı. Hele işi bitirdikten sonra, elindeki aldığı yazılı notlara bakarak, en küçük ayrıntısına kadar geri bildirimde bulunmasına Rıfat Bey, bayılırdı. Hayatta, Rıfat Beyden en çok "Aferin!"i, iş ahlakı nedeniyle Cem alırdı. Cem'i, başkalarına anlatırken yere göğe sığdıramazdı. Cem, onun eli, kolu, ayağı gibiydi.

KÜLLERİNDEN...Bir Yönetim Romanı.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin