"Hamile olsan bu kadar uzatmazdın," dedim elimi saçlarımın arasından geçirirken. Aklımda kalmıştı işte, stresten ne diyeceğimi bilememiştim. Dediğim saniye pişman olmuştum zaten. "Siktir, Kimberly.." Diye mırıldandım. Uzun zamandan beri ilk defa bu kadar içten küfretmiştim.

Samantha

Caroline'ın evden bir şey almak için gitmesinden sonra oturduğumuz banktan kalkmamıştım. O kadar kahkahadan sonra hala karnımın ağrıdığını hissedebiliyordum, saçma sapan bir nedenden dolayı bu kadar gülmemiz çok tuhaftı. Kendi kendime sırıtarak hastanenin arka tarafında gözlerimi gezdirmeye basladım. Hastane o kadar büyüktü ki gelebilecek olan hastaların sayısını tahmin etmek çok zordu, doktorlar fazla çalışıyor olmalıydılar.

O gece Matt'i yakın hastaneye götürmeliyiz diye düşünmüşlerdi ve şanslıydık ki bu hastane fazla uzak değildi. Hala olanları duyduğumdaki acıyı kalbimde hissedebiliyordum. Matt o kadar değerliydi ki ailemin iflasını bile arka plana atabiliyordu.

Ayrıca bu konuda bu kadar endişelenmeme gerek kalmamıştı. Ne de olsa babam hastaneden-neyse ki- çıkmıştı ve gönderdiğim parayla eniştemin yolladığı parayı birleştirip kredi çekmişlerdi. Annem kredi çekmek konusunda haklıydı ama o zaman bu kadar para yoktu ve şuan yapılabilecek en akıllıca hareket kredi çekmekti.

Babam en son birkaç şirketle konuşmaya başladığını anlatmıştı ama şuan umursadığım sadece onun sağlığıydı. Paramız olmasa bile umursayacağımı sanmıyordum çünkü babam olmazsa ne yapabileceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Elbette hayatıma devam edecektim, etmeye çalışacaktım ama bunun o kadar kolay bir iş olduğunu sanmıyordum.

Parmaklarım göbeğimin üstünde kenetlenmiş bir şekilde bir sağa bir sola uçan kuşları seyrediyordum ki derin bir iç çekiş duyduğum sırada kafamı kaldırıp sesin geldiği yöne baktım. Bu kadar sıkıntılı bir ses duymak beni şaşırtmamıştı, birkaç haftadır aynı hisleri paylaşıyordum ve Matt'in hastaneye kaldırılmasından sonra etrafım bu sesle dolmuştu.

Bana doğru gelen Heath'i fark ettiğimde kafam karışmıştı. Matt ve Steven'dan sonra Heath'in de mi bir sorunu vardı Tanrı aşkına? Belli ki kafası çok bulanıktı aksi takdirde beni fark etmemesinin başka bir açıklaması olamazdı.

Yavaşça yürümeye devam etti ve oturduğum bankın biraz ötesindeki başka bir banka oturdu. Gözlerini yumup kafasını yukarı kaldırdığında ben çoktan ayağa kalkıp yanına yürümeye başlamıştım bile.

Hiçbir şey demeden yanına oturdum ve yanına oturduğumu hissedip gözlerini açmasını beklemeye başladım. Bir süre aynı pozisyonda oturmaya devam ederek yüzünü inceledim. Kaşlarını çatmıştı ve dudakları bir çizgiyi andırıyordu. Ayrıca geldiğimi fark edecek hali de yok gibiydi.

Sağ elimi yavaşça kaldırdım ve iki kaşının ortasına doğru yaklaştırdım. Yüzüne değdiğim anda korkuyla gözlerini açtı ve olduğu yerde doğruldu. "Sakin ol, benim." Dedim hafifçe gülerek.

"Yüzümle bir alıp veremediğin mi var?" Dedi, kaşlarını sanki mümkünmüş gibi daha da çatarak.

Söylediği şeyden dolayı aynı şekilde kaşlarımı çatıp kollarımı göğsümün altında birleştirdim. "Kaşlarını çatma diye yapacaktım ama şu haline bak, kopya çektiğimi gören öğretmenden farksızsın." Kafamı ters yöne çevirip bilerek ondan tarafa bakmıyordum.

Oflayarak tekrar aynı pozisyonu aldı. "Boşversene,"

"Senin sorunun ne Tanrı aşkına?"

"Neden sana anlatmam gerekiyor Tanrı aşkına?" Diye sordu ses tonunu benimkine eşleyerek. Beni daha da sinirlendiriyordu.

Farklılıklar |DEVAM ETMİYORHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin