11.Bölüm

229 7 4
                                    

Caroline

Okulun otoparkında, boş bir yer bulmamızla Matt anında hızlandı ve arabayı park etti. Kemerlerimizi çözüp arabadan inmemizle Sam hiç bir şey demeden arabadan hızla uzaklaştı ve okulun kapısına ilerledi.

Dünkü cam olayına Sam inanılmaz kızmıştı. Camı kırdığımı öğrendiğinden beri trip atıyor ve her şansını bulduğunda bana cevap yetiştiriyordu. En azından konuşuyor, tanrım, asıl konuşmasaydı boka batmış olurdum.

Kendimi affettirmek en az bir kaç gün, belki hafta sürerdi! Ama sonuna kadar haklıydı. Onun yerinde ben olsaydım daha kötü tepki verirdim.

Sam'in bizden anında uzaklaşmazına tek kaşıma kaldırdım. Matt çantasının kolunu tek omuzunu atıp arabanın etrafında dolaştı ve yanıma geldi. Matte doğru döndüm ama daha ağzımı açmadan beni böldü.

"Sınav için telaşlı. Sam'i tanıyorsam, ders zili çalmadan önce kitabı tekrar gözden geçirecek," bileğindeki saatine baktı ve devam etti. "Ve zill neredeyse on dakika sonra çalıyor." Diye cevap verdi sorulmamış soruma.

Yüzüme küçük bir gülümseme yerleşti. Benden isteyerek kaçmadığını bilmek güzeldi. Derin bir nefes aldım ve okul çantamı omuzuma attım. Matt ile okula doğru yürüdük. Okul kapılarından girdik ve birbirine yakın olan dolaplarımıza yol aldık. Dolabıma vardığıma Matt ile vedalaştık ve oda kendi dolabına gitmek için koridordaki köşeyi dönerek gözden kayboldu.

Dolabımın kilidini açmamla çantamı hemen dolaba attım. Kafamı dolabımın içine yasladım ve gözlerimi kapadım. Dün pek fazla uyku alamamıştım. Bir başkasının yatağında yatmak her zaman zor gelmiştir bana. Kafamı yasladığım çantama biraz daha sokuldum. Tam beş dakikalık muhteşem bir uykuya dalacaktım ki yanımdan gelen sesle anında kafam yukarı fırladı.

"Günaydın, Oli." Kafamın yukarı fırlamasıyla kocaman bir çarpma sesi duyuldu. Aynı anda anlımın hemen üstü, saçlarımın başladığı sıraya inanılmaz bir ağrı girdi. Kafamı metal dolabın içinden hızla çıkardım ve sesin sahibine döndüm.

"Hay anan- Jai?" Çarpma sırasında aklımda sıraladığım 'renkli kelimeler'i' dile getirecektim ki Jai'le karşılaştım. Çenemin, yaşadığım şokla, bir kaç metre açıldığını hissettim.

Jai'nin yüzü morluklar ve kesiklerle doluydu. Her iki kaşı patlamış, dikiş atılmıştı. Anlında biri büyük, biri küçük iki kesik vardı. Büyük olanı bandajlanmış ama bandaj küçük gelmiş, kesiğin iki yanını kapatmıyordu. Her iki elmacık kemiği morarmış, hatta şişmişti. Sağ elmacık kemiğinin biraz altında, yanağının ortasında bir kesik uzanıyordu. Dikiş atılacak kadar derin gözükmüyordu ama orospu çocuğu gibi acıdığından emindim. Burnu kırık gözükmüyordu, ama burnunun kemerinin üstündeki hafif morarmaların, ordanda darbe aldığını söylüyordu. Alt dudağında kocaman bir yarık vardı. Dolgun dudaklarını iyice şişirmiş ve kırmızılaşmıştı. Çenesinden sol kulağına uzanan morluklar vardı. Sağ gözü morarmış ve şişmiş, mavimsi gri gözleri kanlanmıştı. Şişkinliğinden dolayı gözü biraz kapanmıştı ama diğer gözünde bir şey yoktu. Tek dokunulmamış yer sol gözü gibi görünüyordu.

Yüzümdeki şaşkınlığı komik bulmuş olmalı ki gülmeye çalıştı. Dudakları kıvrdığı anda kesiği tekrar yarıldı ve acıyla genzinden bir ses çıkardı.

"Aman tanrım, Jai! Ne oldu sana? Tanrım, şu yüzünün haline bak!" Küçük soru ve azarlamalarımla kendimi hemen dibinde, elim dudağındaki kesikte buldum. Parmaklarım kesiğin hafifçe üstünden geçerken Jai kısaca titredi. Parmaklarım yüzünde bir gezintiye çıktı. Parmak uçlarımla, Jai'nin yüzündeki tüm kesik/ morlukların üstünden geçtim. Gözlerim parmaklarımı takip ediyor, yüzündeki tüm yaraları yavaşca beynime sokmaya çalışıyordum.

Jai yaralanmıştı. O acıyı yaşamıştı.



Kim bilir vucüdünda kaç tane ezik, çatlak, morarma vardı. Jai'nin bu halini ilk kez görmüyordum. Geçen senede böyle gelmişti yanıma, yüzü gözü dağılmış. Hiç bir şey olmamış gibi davranıyordu. Ne kadar nedenini sorsam bir kere bile sorumun cevabını vermiyordu.

Parmaklarımın ucuyla morarmış göz kenarına dokundum. Gözlerim, kanlanmış maviliklerine kaydı. Gözleri gözlerimi deminden beri izliyor, her hareketimi inceliyordu. Gözlerimiz kesiştiğinde nefesim boğazımda tıkandı.

Yüzlerimiz o kadar yakındı ki nefeslerimiz birbirine karışıyordu. İşaret parmağım dudağına yol çizdi. Gözlerim dolgun dudaklara kaydığında kendimi kaybedeceğimi sandım bir an.

Bu dudakları iki senedir bu kadar yakından görmüyordum. Hayır Car! Düşünme, beyninin en arkasına at o anıları!

Afallayarak gerçeğe döndüm. Dudağının kenarını hafifce okşayan elimi çektim ve gözlerine odaklandım. Onunda benim dudaklarıma baktığını görmemle gözlerini çevirdi ve bir adım geri gitti.

Tanrım, ne zaman birbirimize bu kadar yaklaşmıştık?!

Bir kaç dakika boyunca sessiz kaldığımızda durumun tuhaflığını gidermek ister gibi yalandan öksürdü. Keşke bunun işe yaramadığını fark etseydı.

Yalandan öksürmesi sadece dudağını kanatmasını sağladı. Dudağının iyi olan tarafı yukarı kıvrıldı.

"Oli, bu halde bile dayanılmaz olduğumu biliyorum, ama bebeğim, gözlerim yukarıda." Kendini beğenmişliğine gözlerimi devirdim. Bu salak, dudağındaki yarığın kanadığının farkında bile değildi. Gözlerimiz kesiştiğinde kaşlarını yukarı aşağı oynattı. Bu aptal hareketine ne kadar gülmek istesem de yüzümü ifadesiz tuttum.

"Dudağın kanıyor, Einstein." Gözleri pörtleyerek bir kaç küfür mırıldandı. Uzun kollu siyah tişörtünü kullanarak dudağını sildi.

Başımı her iki yana sallayarak kıkırdadım ve ceketimin cebinden bir mendil çıkardım. Uzattığım elimden anında aldı. Dudağını silerek kana baktı ve yüzünü buruşturdu. Sırıtmaktan kendimi alamadım. Bakışlarımız kesiştiğinde yüzünü eski haline getirdi.

"Yanımda ne işin var Brooks? Konuşmak için beş saniyen var. Amerikan Tarihine geç kalıyorum." Kaşlarını kaldırarak bana inanmadığını belirtirmiş gibi kafasını çok az yanlara salladı. Gerçeği, bu dediğime ben bile inanmamıştım. Ben ve Amerikan Tarihi. İkisini aynı cümlede kullanırken bile tüylerim diken diken oluyor. Bir kaç saniye boyunca beni yüzünde bir sırıtışla izledi. Gözlerimi kısarak topuklarımın üstünde döndüm ve sınıfımın olduğu tarafa yürümeye başladım. Jai, eli ile kolumdan yakalayıp, bizi tekrar yüz yüze getirdi.

"Benle okulu ek." Emir vermişti. Soru sormamıştı. Seçeneklerim yoktu. Düşünmem için fırsat vermiyordu. Tek bir seçeneğim vardı ve buna uymak ya da uymamam bana kalmıyordu.

Her ne kadar bana emir verilmesini sevmesem de bir şey demedim. Bir başkası bana emir verseydi, ağzıyla burnu yer değiştirmiş olurdu. Bu kadar sevmiyordum işte. Kendimi kukla gibi hissediyordum. Başka birisi tarafından yönetiliyormuş gibi. Yanlış bir hissti. Yanlıştı.

Gözlerimi odaklandıkları yerden, Jai'nin geniş ve kaslı gögsünden gözlerine kaldırdım. Her an benimle tartışmaya hazırdı. Bana emir verilmesinden ne kadar denli nefret ettiğimi biliyordu. Benim karşı çıkmamı bekliyordu. Bunu bende bekliyordum. Ama beni bile şaşırtacak bir şey dedim. Cevabım, Jai'i ilk şaşkına çevirdi, sonra da yüzünü kocaman bir sırıtış kapladı.

"Hadi gidelim."



***



"Jai?" Diye seslendim markette rafların arasından gezinirken. Market çok büyük değildi ve Jai'yi nasıl kaybettiğimi bilmiyordum.

"Pşt, Car!" Sesin geldiği yöne döndüğümde tek kaşımı kaldırmaktan kendimi alamadım. Jai, elinde koca bir kutu kurabiye hamuru dondurması ve iki şişe vodka ile duruyordu. Dondurmayı kolunun altına sıkıştırdı ve şimdi boş olan eliyle 'gel' işareti yaptı.

Gözlerimi devirerek makarna raflarıyla dolu olan koridoru geçtim ve marketin en arkası gibi gözüken ıssız koridora girdim. Jai'nin yanına ulaştığımda bana şapşal bir gülümseme attı ve benden bir şey istediğini anında anladım. Tek kaşımı kaldırdım.

"Gel buraya!" Boş eliyle kolumdan çekti ve aramızdaki dört adımı, iki saniyede sıfıra indirdi. Vucudumu kendisine yapıştırdı ve boş eli belimde yerini aldı. Ani yakınlaşmamızdan dolayı gözlerimin pörtlediğine eminim.

"Jai, ne yapıyorsun?" Sesim fısıltıdan farksız çıkmıştı. Bir günde iki kere bu kadar yakın olmak dokunuyordu. Sesimi geri almak ümidi ile boğazımı temizledim. Jai, soruma cevap vermedi ve kafasını omuzuma yasladı. Derin bir nefes aldım ve vermeye korktum. Böyle dengesiz davranması kafa karıştırıcıydı.

Burnumun hemen altında olan dalgalı uzun sarı saçlarını koklamamak için kendimi çok sıkıyordum. Koklasam mı? Aslında kokusu geliyordu ama yakından koklamak daha farklıdır. Saçını koklamam çok mu tuhaf olur? Sanırım evet. Ama kimin umrunda! Hem kim bilir ki? Kimsenin bilmediği şey, bana zarar vermez.

Ah tanrı aşkına.. Bir çocuğun saçlarını koklamakla koklamamak arasında kalacağımı hiç düşünmemiştim.

Birazcık, ucundan koklasama bir şey olmaz herha-

Tişörtümün üstünden, karnıma tutulan soğuk bir şey hissetmemle, saçlarıyla ilgili sapık fantezilerime ara verdim. Kaşlarımı çatarak Jai'yi kendimden biraz uzaklaştım ve aramızdaki soğuk dondurma kutusuna baktım.

"Ceketinin altında sakla." Yaptığı tek açıklama buydu. Elindeki iki şişeyi kendi ceketinin içine sakladı ve marketin çıkışına yöneldi.

Gözlerimin yerinden çıkacağına emindim. Lanet olası dondurma alamayacak kadar bencilmiydi? Tamam, bende eskiden arada bir şeyler çalıyordum, ama, dondurmadan bahsediyoruz! Dondurulmuş muhteşemlik, ağızınla tadabileceğin mükemmellik. Ellerimdeki dondurma kutusuna baktım. Her ne kadar bunu yapmak istemesem de Jai bu konu hakkında gayet ciddiydi.

Dondurma kutusunu ceketime iyice sararak, ceketimin önünü kapadım ve Jai'ye yetişmek için koşmaya başladım. Yanına ulaştığımda elimden tuttu ve beni yanına çekti.

"Kapıdan çıktığımız an, koşuyoruz." Diye fısıldadı. Başımla onayladım, adrenalin duygusu tüm bedenimi sarmış, konuşma yetkimi kaybettirmişti.

Kapıdaki güvenliğe bakmadan kapıdan geçtik ve soğuk rüzgar yüzüme çarptı. Bir kaç adım atmıştık ki arkamızdan biri seslendi.

"Hey! Siz ikiniz, duru-" güvenliğin cümlesinin bitirmesini beklemeden tüm gücümüzle koşmaya başladık. Ceketimizde sakladığımız şeyler nedeniyle hızlı koşamıyorduk, ama yaklaşık yirmi saniye de, obez güvenlik görüş alanımızdan çıkmıştı.

Ara bir sokağa girdik ve kendimizi soğuk ve nemli betona bıraktık. Kahkahalarımız ara sokakta doluyor, yankılanıyordu. Ceketimin içinden dondurma kutusunu çıkardım ve kucağıma koydum. Kahkahalarım dirildi, artık sadece kıkırdıyordum. Jai, ceketindeki vodka şişelerini çıkararak bacaklarımın yanına koydu ve kendini yanıma attı. İkimizde sırtlarımızı duvara verdik. Jai, dondurma kutusunu aldı ve kapağını açarak dünyadaki en mükemmel şeyi gözler önüne serdi. Dudaklarımı yalamaktan kendimi alamadım. Ama sonra bir şey unuttuğumuzu fark ettim.

"Jai?" Kafasını kaldırmadan devam etmem için bir ses çıkardı ve bu istediğini uyguladım. "Dondurmayı nasıl yemeyi planlıyorsun?"

Küçük Einstein kaşık gibi bir şey almamıştı. Yanında da kaşık taşıdığını sanmıyordum. İşte bu tuhaf olurdu.

Bana delirmişim gibi baktı. Şaka yapmadığımı fark ettiğinde derin bir nefes aldı. "Beni izle küçük çekirge."

Bana verdiği takma adına yüzümü buruşturdum. Küçük çekirge mi? Çok orjinal.

Cümledeki iğnelemeye dikkat.

Ceketinin kollarını sıvayıp koca kollarını ortaya çıkarırken sadece izliyordum. Parmaklarını kotuna sildi ve işaret parmağını dondurmaya daldırdı. Gözlerimin bu kadar pörtlemesi sonucu yerlerinden çıkmadıklarına şaşırdım. Bana az önce parmağını dondurmaya sokmadığını söyleyin. Lütfen.

Parmağını çıkardı ve üstündeki dondurmayı yaladı. Ben and Jerry's aşkına! Dondurmaya nasıl kıydığını bilmiyordum. Başını en sonunda yukarı kaldırdı ve gözleri yüzümü inceledi. Yüzümdeki ifadeden iğrendiğimi anlamış olmalı ki sırıtmaya başladı.

"Hadi ama Oli, başka seçeneğimiz yok." Dedi omuz silkerek. Gözlerimi kıstım ve kafamı yanlara salladım. Tek kaşını kaldırdı. Bana inanmadığı yüzünden okunuyordu. "Dondurma yemeden durabilecekmisin peki?"

Dondurma kabını alarak gözümün önüne getirerek salladı. Aslında, şimdi düşününce dondurma yemek cazip geliyordu. O tanıdık, kurabiye hamuru kokusu burnumu doldururken, kutuyu elinden almamak için kendimle savaşıyordum. Tadını dilimde hissediyordum bile. Ağzım sullanıyo- hayır. Elimle yemeyeceğim. Dondurmaya haksızlık resmen!

Yüzümün önünde olan dondurmayı Jai'ye doğru ittim. "Hayır Jai." Sesimi kesin çıkarmaya çalışsam da emin olmadığımı azda olsa belli etmiştim. Jai bunu duymuş olmalı ki sırıtışı genişledi. Parmağını dondurmaya daldırdı ve geri çıkardı. Dondurmaya banmış parmağını dudaklarıma getirdi.

"İstediğini bende biliyorum Oli. Hiç inkar etme." Açıkça söylemek gerekirse, evet, istiyordum. Ama parmak kullanarak yemek? Hayır teşekkürler!

Dudaklarımı birbirine bastırdım ve kafamı yanlara salaldım. Derin bir nefes verdi ve elindeki dondurma kutusunu yere koydu. Dizlerine çıkarak boş elini karnıma getirdi ve hayatta en sevmediğim şeyi yaptı. Beni gıdıkladı. Kendimi tutamadan dudaklarımdan kahkahalar dökülmeye başladı. Bu fırsatı değerlendirerek dondurmalı parmağını ağzıma soktu. Anında kahkahalarım dondu ve gözlerim pörtledi. Bir gün pörtlek kalacağıma içten inanıyorum. Tepki vermeyince tekrar derin bir nefes verdi.

"Dondurmayı yalayacakmısın yoksa başka yöntemlere baş vurayım mı?" Karnımdaki elini kaldırarak bu sefer belime getirdi. Lanet olası çocuk nereden gıdıklandığımı iyi biliyordu. Tehditini uygulamaya geçmeden ağzımdaki parmağından dondurmayı emdim.

Tanrım, düşündüğümden de sapıkça çıktı.

Dondurmanın tadı ağzımda yayılıyor, resmen zevk veriyordu. Hayatımdaki en güzel dondurma aroması işte buydu. Mhmm muhteşemlik..

Parmağını ağzımdan çıkardım ve gözlerimi kısarak Jai'ye kötü bakışlarımdan birimi yolladım. Omuz silkerek parmağını dondurmaya bandırdı ve kendi dudaklarına götürdü. Bakışlarımı parmaklarıma indirdim ve kararsız kaldım. İki seçeneğim vardı. Birincisi; ya parmaklarımı kullanarak dünyadaki en güzel şeyi yerim, yada, dondurmayı yemem ve Jai'nin dondurmanın tadını çıkarırken onu izlerim.

Bir saniye daha düşünmeden işaret ve orta parmağımı dondurmaya bandırdım. Yüzümde küçük bir gülümseme belirlendi dondurmalı parmaklarımı dudaklarıma götürürken.

Jai'den bir kıkırdama çıktı. "Bak, demiştim." Dedi kendini beğenmişçe. Parmaklarımı ağzımdan indirdim ve dilimi çıkardım. Bu çocukça hareketim kahkaha atmasına sebep oldu. Onu izlerken bende kendimi gülerken buldum.

Jai gülerek yerdeki vodka şişelerine uzandı. İki şişeyi de açıp tekini bana verdi.

"Şerefe!" Dedi şişesini havaya kaldırarak. Tek kaşımı kaldırdım.

"Neyin şerefine?" Dedim kendi şişemi de kaldırarak. Yüzünde bir sırıtış vardı. Sorumu sormamla sırıtışı daha da genişledi.

"Dondurma ve vodka'nın şerefine!" O kadar coşkuyla söylemişti ki kahkahamı durduramamıştım.

"Dondurma ve vodka'nın şerefine!" Şişelerimizi birbirine çarptık ve Jai'de gülmeye başladı. Bazı çılgın şeyler yaptığımı biliyordum. Akla gelmedik şeyler. Ama, kasabanın en işlek yerlerinde, bir ara sokakta, Jai ile birlikte, vodka eşliğinde parmaklarımla dondurma yiyip, eğleneceğimi söyleseler inanmakta güçlük çekerdim. Ama bak, şimdi nerdeydim.



***



Ellerimdeki anahtarı bir türlü deliğe isabet ettiremiyordum. Anahtarlığım yere düşünce bir kaç küfür mırıldandım. Hava bu kadar karanlık olmak zorunda mıydı?

Evin kapısının açılmasıyla korkuyla ayaklarım kendi ayaklarıma dolandı ve tam popomun üstüne düştüm. Acıyla fısıldayarak çığlık attım. Bunu nasıl yaptığımı sormayın, bende bilmiyorum.

"Lanet olsun Car, yerde ne işin var?" Matt, gözlerini ovalayarak pijamalarıyla karşımda duruyordu. Boğazımın arkasından bir ses çıkardım.

"Karıncalarla arkadaşlığımı tazeliyordum. Bayadır görüşmüyorduk, darılmışlar bana!" Dedim gözlerimi devirerek. Alay dolu cevabıma sadece gözlerini devirdi ve kalkmam için elini uzattı. Teşekkürler diye mırıldanarak kabul ettim ve beni yerden kaldırdı. Pantalonumun arkasını ellerimle silkeledim ve Matt içeri geçerek bana yol verdi. İçeri girerek ayakkabılarımı çıkarıp salona girdim. Ceketimi tekli koltuğa attım ve Matt'in yanında, üçlü koltuğa bıraktım kendimi.

Televizyonu açmış, saçma sapan bir diziyi izliyordu. Televizyonun altındaki saate baktım. Harika. Saat gece yarısıydı ve eve anca şimdi geldim. Lanet olsun sana Jai Brooks!

Kafamı kaldırarak yüzüne baktım. Bir anda içimi suçluluk hissi kapladı. Matt'i ben mi uyandırmıştım? Anahtarlarla boğuşurken çok ses çıkarmamıştım ama yine de uyandırmış olma olasılığım vardı.

"Seni ben mi uyandırdım?" Diye sordum kısık bir sesle. Gözlerini televizyondan ayırıp bana şaşkınca baktı. Yüzümdeki suçluğuğu görünce küçük bir gülümseme yolladı.

"Hayır, zaten uyuyamıyordum. Bir saattir televizyon izliyorum." Dedi bakışını televizyona geri döndürerek. Yüzünü biraz daha incelediğimde gözlerinin altındaki morlukları fark etmiştim. Tek o da değil. Gözleri kanlanmıştı ve yüzü kızarıktı. İyide, hava sıcak değildi ki. Aksine çok soğuktu ve üstünde sadece ince bir tişört ve pijama altı vardı.

"Hey, sen iyimisin?" Dedim kendimi tutamadan. Şu son haftalarda çok değişmişti. Acaba abisiyle olan sorununu haledememiş mi?

Yine şaşırarak bana döndü. "Evet, iyiyim." Dedi ani sorumu tuhaf bularak. Bana anlatmadığı şeyler vardı ve benden bir şeyler gizlemesi hoşuma gitmiyordu.

"Senin en yakın arkadaşınım, bana her şeyi anlatabileceğini biliyorsun." Dedim elini tutarak. Şimdi bana delirmişim gibi bakıyordu. Tamam, durum gittikçe tuhaflaşıyordu, onun için devam ettim. "Yukarıdaki üç salağı unut. Sadece bana anlatsan da olur."

Sırıtarak kafasını yanlara salladı. Kolunu omuzuma atarak yanına çekti. "Biliyorum Car, bir derdim olunca ilk sana geleceğim."

Zaten bir derdin var! Diye bağırmak istiyordum. Ama kendimi sakin tuttum ve yüzüme bir sırıtış zorladım. Zamanı gelince anlatırdı. Onu zorlamayacaktım.

Derin bir nefes aldım ve kafamı Matt'in göğsüne dayadım. Gece boyunca güldük, konuştuk, saçmaladık. Bayadır tek başımıza zaman geçirmiyorduk. Bu hissi özlemiştim. Onu özlemiştim.



Saat üçe geldiğinde en son hatırladığım şey, Matt'e sarılarak koltukta uyuya kalmamdı.



-

Multimedia'da Jai olarak düşündüğüm birisi var, ama onu beğenmezseniz siz kendiniz hayal edebilirsiniz! :)


-Selena

Farklılıklar |DEVAM ETMİYORWhere stories live. Discover now