20. Bölüm

290 53 23
                                    

"Enişte, benim ördek dudaklımın nesi var?" Seonho kapı eşiğinden dikizlediği Kuanlin'e bakmaya ara verip sofrayı hazırlayan ikiliye döndü.

"Kore dili sınavına çalışıyor." Genç adam doğramayı bitirdiği yeşil soğanları pişmekte olan güvecin üzerine ekledi.

"Jihoon oppası neden yardım etmiyor?" Seonho Kuanlin'in odasından uzaklaşıp mutfağa yöneldi.

Genç adam Seonho'nun muziplik dolu ifadesine gülmeden edemedi. Kardeşini sinirlendirmek için bu şekilde konuşması ister istemez kendisini gülümsetiyordu.

"İddaya girmişler sanırım." Önündeki güveci biraz daha karıştırmış ve kapağını kapatarak ocağın altını kısmıştı.

"İddanın ödülü ne?" Seonho dedikoducu teyze moduna girip dirseği ile büyük olanın karın boşluğunu dürtüklemeye başladı.

"Kes şunu." Genç adam gülerek büyük ellerini Seonho'nun sırıtan yüzüne koyup onu kendisinden uzaklaştırmak için itmişti.

"Orasını söylemedi." Seonho biraz uzaklaştıktan sonra pilav doldurduğu kaselerden ikisini kapıp yemek masasına ilerlemeye başlamıştı.

"Henüz ödülü kararlaştırmadılarsa ona bir abi tavsiyesi verebilirim." Seonho diğer iki pilav kasesini alıp büyük olanın peşinden giderken kendinden emin bir şekilde konuşmuştu.

Genç adam Seonho'ya gözlerini devirerek cevap vermiş ve güveci getirmek için mutfağa geri dönmüştü. Seonho ise tekrar Kuanlin'in odasının dibinde bitmişti.

"Hazır transa girmişken boş kağıda imza falan mı attırsam?" Seonho şeytani düşüncelerini sesli dile getirince bu elbette duyulmuştu.

"Aklından ne geçiyor senin?" Genç adam elindeki güveci masanın üzerine bırakırken şüpheli bakışlarla inceliyordu Seonho'yu.

Seonho bakışlarını harıl harıl ders çalışan Kuanlin'in üzerinden çekip arkasında kendisini pembeler içinde izleyen adama çevirdi ve gülmeden konuşmaya çalıştı.

"Ya enişte, benim kadar mülayim, iyi niyetli, sevecen, yufka yürekli ve masum birinin aklından ne gibi bir kötülük geçebilir ki?" Gözlerini kocaman açmış ve kirpiklerini kırpıştırarak en masum ifadesini takınmıştı Seonho.

Seonho'nun sesiyle ders çalışmaya ara veren Kuanlin sessiz sessiz kapıya yaklaşmış ve korkutucu bir ses tonuyla Seonho'nun ensesine fısıldamıştı.

"Yine ne hainlik peşindesin?"

"ANNECİM!"

~°~°~°~°~°~


Jihoon sırt üstü yatağına uzanmış, kollarını başının altında birleştirmiş, yatağının hemen bitişiğindeki pencereden gökyüzünü izliyor ve gülümsüyordu.

Gülümsüyordu çünkü sabah girmiş olduğu idda Kuanlin ile olan ilişkileri için çok cesur bir adımdı. Onunla birlikte geçirdiği tüm zamanlar eğlenceliydi, o yanındayken istemedende olsa mutlu oluyor ve gülümsüyordu. Aslında Kuanlin'in yanında olmasına gerek yoktu. Onu her düşündüğünde gülümsüyordü çünkü. Tıpkı şu an olduğu gibi.

"Hasta mısın sen?" Duyduğu kalın sesle korkuyla yataktan sıçramış ve dizini pencerenin çıkıntısına vurmuştu.

"Ah! Yah! Sana kapıyı çalmanı kaç kere söyleyeceğim?" Jihoon sızlayan dizini ovarken hissettiği acı ile kapıdaki ikizine bağırmıştı.

"Çaldım ama cevap vermedin." İkizi ise hiç istifini bozmadan omuzlarını silkerek onu yanıtlamıştı.

"Her neyse." Jihoon hala dizini tutarak oturur pozisyona gelmişti. Bu şekilde yakalandığı için acayip utanıyordu.

Don't Cry Over Me  [Askıda]Where stories live. Discover now