11. Bölüm

195 11 1
                                    

''Uyuşuk!'' Babam arkasına dönüp güldükten sonra ayağının altındaki kalın toprak yığınını tekmeleyerek tırmanmaya devam etti.

''Arabada bekleyen annem değil de ben miyim uyuşuk olan?'' diye cırladım. Henüz güneş bile doğmamışken bir dağın tepesine tırmanmak pek akıllı işi değildi. Anneme katılmayı tercih ederdim. Gerçi o tırmanmayı benden daha çok istiyordu ama tüm yolculuk boyunca babamı uyanık tutmak için radyoyu açık kapamaktan, babamı dürtmekten ve arada arabanın camlarını açmaktan uykusuz kalmıştı.

''Oraya varınca fikrin değişecek,'' Babamın arka profilinden ona baktım. Üstündeki monta sıkıca sarılmış bir yandan elindeki sepeti taşımakla meşguldü. Ona birkaç metre aşağıda sepeti taşıması için yorgunluktan bayılma numarası çekmiştim.

Arabamızda yolculuk ederken üstüme örttüğüm battaniyemi omuzlarımın üstüne daha çok bastırıp etrafımıza baktım. Bizim gibi birkaç tane daha kafayı sıyırmış insan Nemrut Dağı'nın tepesine ulaşmak için çakıllarla dolu yolda ilerliyordu.

Havada sis vardı ama yukarı çıktıkça tıpkı önceki hayatım gibi beni terk ediyordu. Van'a giderken yolunu değiştirip ''Hadi Nemrut'a da gidelim!'' diyen bir babam olduğu sürece sanırım daha çok şey benden uzaklaşacaktı. Mesela sabrım gibi...

''Nasılmış bakalım?'' Babam on adım ötemdeyken bir anda tepeye ayak basmış bana yukarıdan bakıyordu. Yere yığılmamak için güç toplayıp birkaç adımda yanına ulaştım. Soluklarım kesik kesik ve düzensizdi. Sanki birkaç saniye sonra ölümü tadacakmış gibi süratle içime çekebildiğim kadar havayı çektim.

Babam elindeki sepeti yerine bırakıp omzuma kolunu sardı. Beni çevirince önümüzdeki manzaraya odaklanabilmiştim.

Güneş... Güneş iki tepenin arasından yeni yeni filizleniyordu. Önce iğne ucu kadar küçük görünen ışık büyüdü, büyüdü ve büyüdü... Ardından elimi uzattığımda işaret ve baş parmağımın arasına girecek kadar genişledi.

''Baba,'' Başımı babama çevirdim. Yüzünde gururlu bir ifade vardı. Yol boyunca ve öncesinde ''Neden Van'a gidiyoruz ki?'' diye sızlandığımdan onu çok üzmüştüm. Ama şimdi mutlu görünüyordu. ''Keşke annem de görmeye gelseydi.''

''Ha?'' İki elin birbirini üstüne kapanma sesi, beynimde bir şeyleri harekete geçiren uyarıcı gibi beni uyandırdı. Omuzlarımı gererek uzandığım koltuktan kalktım. Sena bana iki eli havada bakarken tekrar uykuya dalmayı diledim. ''Oldu mu?'' diye sordum. Ağzım açık kaldığından kurumuş olan damağımı dilimle ıslatmayı denedim.

''Çok iyiydin.'' Sena gülümseyip koltukta doğrulmam için bana yardım etti. Kendimi uyuşmuş hissediyordum. Bir yandan hafiflemiş bir yandan da ağırlaşmıştım. ''Hatırlıyor musun?''

''Neyi?'' diye sordum. ''Ne?''

''Az önce bana anlattığın her şeyi?'' Sena kaşlarını kaldırarak baktı. ''Hatıranı? Babanla Nemrut'a çıkışınız?''

''Babamla Nemrut'a mı çıktım?''

Gözlerimi ardı ardına sertçe kapatıp açtıktan sonra etrafıma baktım. ''Ne oldu bana?'' Burada niye uyuya kalmıştım?

''Seni hipnoz edeceğimi söylemiştim?''

''Beni hipnoz mu edecektin!'' İçimde kuduran öfkeyle suratına iki tane tokat vurmak istedim. Kendi öfkeme bile öfkeliydim.

''Bunu sana söylemiştim. Unuttuğun anılarını sana tekrar anlattıracak bir yöntem deneyecektik ve sen de kabul etmiştin hani?''

Öylece Sena'ya baktım. ''İşe yaradı mı bari?''

ÖLGÜNWhere stories live. Discover now