Bölüm.25. Berdel

3.8K 303 122
                                    

Bölüm.25. Berdel

"Mağdur ha, mağdur demek? Allah aşkına siz bana ne anlatıyorsunuz? Biz burada kimsenin yüzüne bakamaz olduk siz, kalkmış bana mağduriyetten bahsediyorsunuz?"

Kazım Bey, muhatabının aksine vakur duruşuyla ve konuşma üslubuyla alttan almaya ve bir orta yol bulmaya çalışıyordu. "Mehmet Efendi, burada iki tarafın da mağduriyetinden bahsediyorum ben. Sizin yaşadıklarınızın aynısını bizler de yaşıyoruz bundan emin olabilirsiniz."

Mehmet Efendi, olumsuz anlamında başını sağa sola sallarken kalktığı yere tekrar oturmuştu. Hala sinirinin geçmediği hem sesinin renginden hem de çenesini sıvazlarken titreyen ellerinden belli oluyordu. "Sizler kendinizi benimle aynı kefeye koymayın. Bir kere senin oğlun benim gül gibi kızımın üzerine bir çingene kızını alıp kaçırdı. Bunun kızımın üzerinde yaratığı akıl tutulmasını anlayabiliyor musunuz? Kızım neler yaşadı ne haldedir bunu biliyor musunuz? Bilemezsiniz. Eğer biliyor olsaydınız şimdi karşıma geçmiş bu kadar rahat konuşmazdınız."

Mahmut Ağa, arkadaşına karşı yaşadığı mahcubiyetin hâletiruhiyesi içinde ister istemez boynu eğikti. "Tahmin edebiliyoruz arkadaşım!" dedi ama sesinin tınısı olabildiğince kısık çıkmıştı.

Mehmet Efendi, bıyık altından alaycı bir sırıtışla, "Hıh, tahmin etmek başka her şeyi birebir yaşamak başka. Aylardır yavrucak yemeden içmeden kesildi. Günlerce yarı baygın yattı. Ben onu doktor doktor gezdirip derdine şifa ararken sizlerin ruhu bile duymadı."

Mahmut Ağa, başını öne eğmiş sessizce dinliyordu arkadaşını çünkü cidden sözün bittiği yerdeydi.
"Bu konuda ne desen haklısın. Sen benim en yakı arkadaşımsın. Şunu bilmeni isterim ki; bunca zamandır seni anlamadığım için değil karşına çıkmaya yüzüm tutmadığı için gelemedim. Kısacası kusurlu olan benim!"

Mahmut Ağa, alttan aldıkça arkadaşı hop oturup hop kalkıyordu. Bu kez tahammülsüzlük gösteren ve sesinin ayarını en yüksek perdeye çıkaran Kazım Bey'di. "Arkadaş önce sen bir otur bakalım. Hem karşında çocuk yok senin sesini de bu kadar yükseltme. Üstelik evinde misafir olduğumuzu unutma..."

Kazım Bey'in uyarı mahiyetindeki sözlerinin üzerine sakinleşmedi fakat sakinleşmiş gibi görünmeye çalıştı Mehmet Efendi, çünkü öyle hemencecik geçecek cinsten değildi öfkesi. "Kusura bakmayın!" dedi dil ucuyla ve gidip yer döşeğinin ucuna eğrelti bir şekilde oturdu. Oturdu oturmasına ama içi bir türlü rahat değildi zira daha söyleyecek sözü bitmemişti. İçini kemiren kelimeler gün yüzüne çıkmak için fokurdayarak kaynıyordu. Sağa kıpırdadı olmadı, sola kıpırdadı olmadı, bir hışımla tekrar ayağa kalktı. Bu kez ses tonunu biraz alçaltmıştı.

"Kabul ediyorum Umut, sizleri de zor durumda bıraktı. Hadi diyelim kızımı bir tarafa bıraktım. Ya oğlum, ona ne olacak? Oğlum gün sayıp duruyordu bir an önce ablasının düğünü yapılsın da sıra kendine gelsin diye. Şimdi söyleyin bakalım oğluma ne olacak?"

Hiç kimseden çıt çıkmıyordu...

Mehmet Efendi, baktı ki kimse konuşmuyor sukut ikrardan gelir düşüncesine kapılıp kendisini bir kez daha haklı gördü. Haklı çıkmanın kibrine kapılıp konuşmasına devam etti. "İsterseniz ben söyleyeyim ne olacağını. Madem tekrar dostluk kuralım diye kapıma geldiniz, gereğini yapın o zaman. Benim bu dostluğu devam ettirmek için bir tek şartım var. Oğlumla kızınızı evlendirmek!"

Mehmet Efendi, dokuz şiddetinde zelzele yaratacak bombanın pimini çekerek fitilini ateşlemişti.

Zeyno'nun tahtı sallanıyor muydu yoksa? Onca emek ve plan boşa mı gitmişti yani? Hüsnü'den kurtulmak isterken tam olarak kucağına mı atılmıştı?

Yöresel Aşk (Göçebeler)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin