Bölüm 4 ▶ Soğuk Ateş

Start from the beginning
                                    

Ürkek adımlarla, oturdukları koltuğun hemen yanındaki koltuğa oturdum. Yumruk yaptığım ellerimi dizlerimin üzerine koyup soluklandım. Kendimi iyi hissetmiyordum. Olduğum yerde ter dökmeye başlamıştım ama bu konuşmayı yapmak istiyordum. Sorularıma cevap bulmalıydım.

"Baban ve benim babam, beraber birkaç kere iş yaptılar. Babanı oradan tanıyorum. Tabii seni de.. Birkaç kere size gelmiştik..Hatırlamıyor musun?" diye sordu. Gözlerinde meraklı bir ifade vardı. 

Hafızamı kurcaladım ama hiçbir noktada Sarp ismini anımsayamamıştım. Başımı olumsuzca salladım. 

"O günleri atlatmana çok sevindim Masal. Şimdi görüyorum ki, tamamen iyisin"

Kaşlarımı çattım. Sorarcasına, "Anlamadım" dedim.
Ruhumu yine o tanıdık ve tuhaf duygu sardı. Bu sanki bir girdapta kaybolmak kadar zor, dikenli bir teli yutmak gibi acıydı.
Onunda kaşları çatıldı. Başını iki yana sallarken, "Hatırlamıyor musun?" diye sordu. 

Kaşlarımı çatarak, "Neyi hatırlamam gerekiyor?" diye sordum. O günleri atlatmamla ilgili söyledikleri de neydi? Ben birçok şeyi atlatmıştım ama hangisinden bahsediyordu, emin olamıyordum. Ayrıca beni bu kadar tanımasına da şaşırmıştım. Ve konuştukça aynı şeyi kendime sorup duruyordum. Neden Sarp değilde, Ateş?

Anlamsız bir ifadeyle bana bakarken yüzüne az öncekinden farklı sahte bir tebessüm yerleştirdi ve, "Hiç.. Saçmalıyorum" dedi. Aceleyle konuyu başka yöne çekmeye çalıştı.

"Baban seni aradı mı?" diye sordu.

Başımı olumsuzca iki yana sallayıp, "Telefonum evde kaldı" dedim.

Aklımı hala Sarp'ın geçmişimle ilgili söylediklerini kurcalıyor, kötü düşüncelerin başımın tepesine üşüşmesini sağlıyordu. Bir şeyler biliyor gibiydi. Gibisi fazla, bir şeyler saklıyordu. Bunu hissediyordum.

"Eve gidip telefonunu almamı ister misin?" diye sordu.  Ellerini birleştirip, dizinin biraz aşağısına koydu ve bacağını kendine doğru çekti. 

Heyecanla, "Gerçekten yapar mısın?" diye sordum. Gözlerim soğuk bakışların sahibi Ateş'e kayınca,  yerime sinip heyecanımı geriye itekledim.

"Tabii. Yarın hallederim" dedi.

Gülümsedim ve teşekkür ettim. Kısa bir anlığına, ona yarın Ateş'le yapacağımız korkunç ziyaretten bahsetmeyi düşündüm ama sonra bu düşüncemi sildim. Onu kızdırmak ve tek başıma kalmak istemiyordum. Babamı bulmak için ona ihtiyacım vardı.  Belki de orada ip ucu bulabiliriz düşüncesiyle susmayı tercih ettim.

Kısa bir sessizlik yaşadıktan sonra şirin bir ses tonuyla, "Masal, yukarı çıkar mısın? Bizim biraz konuşmamız gerekiyor da" dedi Sarp.

Hemen ayağa kalktım ve başımı yere eğip  Ateş'in üst kata çıkmamdan rahatsız olabileceğini düşünerek, "Mutfağa geçiyorum" dedim.

"Hayır, hayır" diye itiraz etti Sarp.

Dönüp ona baktım. 

"Üst kata çık"

Sarp'ın ısrarının sebebini salon ve mutfağın arasında çok mesafe olmamasına bağladım. Biraz seslerini yükselttikleri taktirde, konuştuklarını net olarak duyabilirdim.

Onun istediğini yapmak istiyordum ama Ateş'in ne diyeceği bu noktada daha önemliydi. Neticede ev onundu ve bende misafir kurallarına bağlı kalmalıydım.

Gözlerimi ona çevirdiğim de, yüzünü kaplayan anlamsız öfkeyi görmem aynı anda olmuştu. Onu bir şekilde huzursuz etmeyi başarıyordum ve bu durum beni geriyordu. Adımlarımı beceriksizce hızlandırıp, "Ben dışarıda bekleyeyim" dedim.
Salonun kapısından çıkmak üzereyken katı sesiyle, "Odaya çık!" diye emretti.

Sesini duymakla beraber rotayı basamaklara yönlendirdim ve hızlı adımlarla yukarı çıktım. Üst kat, alt kata göre daha küçüktü. Üç tahta kapı vardı ve hangisinin oda olduğunu bilmediğimden hepsini denemek zorunda kalmıştım.  İlk kapı kilitliydi ve bir iki zorlamadan sonra bıraktım. Hemen karşısındaki kapı banyoydu. Banyonun hemen yanındaki kapı ise aradığım yer.

Sessiz olmaya özen göstererek içeri girdim ve kapıyı kapattım. Onun odasında olmak bile beni geriyordu. Etrafa bakıldığında normal bir insanın, normal olan odası gibi görünüyordu. Orta boy ahşap dolap, hemen pencerenin yanında duran geniş bir çalışma masası, çift kişilik bir yatak. Yatağın hemen yanında, duvarda asılı saat ve siyah beyaz bir resim. Birbirlerine sarılmış küçük bir kız ve oğlan çocuğunun resmi. İkisi de bana tanıdık gelmesine rağmen, aklımdaki hiçbir anıda onlara rastlayamamanın huzursuzluğuyla uzunca bir süre resme takılı kalıyorum..

 İkisi de bana tanıdık gelmesine rağmen, aklımdaki hiçbir anıda onlara rastlayamamanın huzursuzluğuyla uzunca bir süre resme takılı kalıyorum

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.


Şiddetli bir ürpermeyle daldığım resmi inceleme işleminden sıyrıldım. Kollarımı kendime dolayıp, ipek siyah örtülerin serili olduğu yatağa ilerledim. Başta sadece kıyısına köşesine oturmayı düşündüğüm yatağın, dakikalar geçtikçe içine girmek istiyor ve kendimi derin bir uykunun kollarına bırakma isteğimi gerçekleştirmeyi arzuluyordum. Nitekim yarım saat sap gibi oturmanın sonucu da öyle olmuştu. Ateş'in kızacağını bilmeme rağmen daha fazla direnememiştim ve kesinlikle bu benim suçum değildi.  İki gün boyunca nemli kıyafetlerle dolaşmanın sağlığım açısından iyi olmayacağı bir gerçekti. Ateş basmaları ve üşüme arası gidip gelmelerim, halsizliğimden çoktan hastalığın yakama yapışmak üzere olduğunu anlayabiliyordum. 

Tenim sıcacık ipek örtülere değerken başımın altında, sol yanağıma değen yastığa kaydı düşüncelerim. O da bu yastığa yüzünü sürüyordu. Bu beni rahatsız etmeliydi ama etmedi.  Çünkü ferahlatan kokusu yastığa da sinmişti. Titremelerimi bastırmak için kollarımı kendime sarıp, dizlerimi kendime doğru çektim. Yatak benim titrememle sallanıyor, dişlerimin takırtı sesleri odaya yayılıyordu.  Kendi titreme seslerimden uyumakta zorluk çekiyordum.

Bu şekilde ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum. Yüzüme değen ellerle, bilincim yerine geldi. Göz kapaklarımı bile açmayacak kadar halsizdim. Sanki bedenimin etrafını buzdan bir kütle kaplamış, hem ağırlık veriyor hemde hareket etmemi engelliyordu. Saçlarımın arasından geçip, boynumun arkasına kayan kolu hissettim önce. Kolunun kuvvetiyle önce başım yastıktan, sonra da sırtım yataktan ayrılmıştı. Kollarımın cansız hâlde yatağın üzerine düşmesine engel olamamıştım. Sol yanağım boyun çukuruna yerleşirken, dudaklarım tenine değiyor, kokusu taa ciğerlerime kadar iniyordu. O an bedenimin hareketsizliğine inat, ruhum ayaklanıyor serin bir okyanusta yüzüyordu.

Sırtımdan süzülen ter yataktan sırtımın ayrılmasıyla beraber buz kütlesine dönüşürken, elbisemin askılarını omuzlarımdan sıyırmaya başlamıştı. Her bir hücrem ayaklanmış, aklım çığlık çığlığa haykırmaya başlamıştı. Biraz gücüm olsa, onu itecektim ama lanet olsun ki, parmağımı oynatmaya yetecek kadar bile yoktu. İtiraz etmek için ağzımı açtım ama dudaklarımdan tuhaf bir mırıldanmanın haricinde bir şey dökülmedi. Zihnim karanlığın en dip köşelerine doğru utançla çekilmeye başlamışken, telefonun tuhaf melodisini işittim. Söylediği tek cümleyi duyabilmiştim. 

"Bana Cotard Sendromu hakkında ne bulabilirsen faksla, hemen bugün"

Evet,  hikayemizin ana konusu bu bölümde ortaya çıktı. 

Cortad Sendromu (Yürüyen Ceset Sendromu) bu hastalıkta kişi öldüğünü iddia eder.

Mavi Kelebek Where stories live. Discover now