🌕 ESARETİN KARANLIK TARAFI | BÖLÜM▪︎20▪︎🍂

232K 9.1K 4.9K
                                    

Hellö 💦


H

erkesin geçmişte yaptığı bazı hatalar vardır. Kimisi hatalarından ders alırdı, kimisi de bunun verdiği zevkle yeni hatalarını yaparak bir öncekilerinin kötülüklerini yok ederdi. Kimi hatalarının unutulmayacağı için insanlara kin güder, kimisi de affedilmenin verdiği lüksle hayatına devam ederdi. 

Ben, affedilmiş bir kız çocuğu değildim. Hiçbir zaman da kimse tarafından affedilen bir insan olmayacaktım. Ben sadece, imkânları olan ve bunu bir anı olarak hatırlayabilecek o lükse sahip insandım. 

Öyle el bebek gül bebek büyümemiştim. Elbette dünyaya geldiğim hayat, her insanın hayalini kurduğu bir dünyayı kapsıyordu ama kimse bilmiyordu ki bu rüyaları süsleyen hayal dünyasının getirdiği kötülükler, hayal edemeyecekleri ve ettiklerinde tüylerini ürpertecek bir gerçeğe sahipti. 

Babam, ünlü bir iş adamıydı. Aslaran soyadının getirdiği yükümlülükler, lüks bir hayatı devam ettirmeniz gerektirdiği bazı sorumlulukları da beraberinde getirirdi. Ve bunun peşinden gelen bir diğer sorumluluk ise kötü insanlardan aileyi korumak gerektiğiydi. 

Düşmanlarımız vardı. Bunu her zaman biliyorduk. Küçüklüğümden beri kapımızda duran güvenliklerle büyümüştüm. Zırhlı bir araçla okuluma götürülmüş, çok prestijli insanlardan eğitim almak zoruna kalmıştım. Öyle istediğimi yapabildiğimi düşünen insanların aksine, her şeyimin planlı ve öncesinden haber verilmiş bir eylem olması gerektiği hayata sahiptim. Dışarı çıkacaksam baş güvenliğimize öncesinde haber vermem gerekiyordu. Babamın sağ kolu olan Ergün Amcanın her şeyden haberi olmak zorundaydı. Gerekiyorsa bazen benimle birlikte o da gelir, uzaktan bir şekilde rahatsız etmeden izlerdi. Çünkü eğer bunu yapmazsak başımıza gelecek olaylar, televizyonlarda görebileceğimiz ve bize çıkması muhtemel olmadığını düşündüğümüz o sahnelerle karşımıza çıkardı. 

Benim için de tam olarak öyle olmuştu. Güvenliklerden sıkılmış olan ergen benliğim, özgürlüğün getirdiği bir açlıkla sarmalamıştı bedenimi. Heyecanlıydım. Diğer arkadaşlarımın özgürlüğünü kıskanıyordum. Onların benim için kıskançlıkları giydiğim kıyafetler, gittiğim tatiller ya da babamın aldığı pahalı hediyeler olabilirdi. Benimse tek dileğim özgür, kimseye yapacaklarımdan haber vermeden, kendime ait olan bir hayatı isteklerime göre yaşamak olurdu.

Merak etmiştim. Ailemden ve herkesten gizli bir şey yaparsam başıma bir şey gelmeden, tıpkı arkadaşlarım gibi kendi hayatımı yaşamanın nasıl bir duygu olduğunu merak etmiştim. 

17 yaşlarımın sonlarındaydım. Babamın at çiftliğinde, benim için aldığı atlardan birisine binmek için yola çıkmıştım. O ise, babamın çiftliğinde çalışan, babamın aldığı yeni yarış atının seyisiydi. Tabi, başta ben bunu böyle biliyordum.

Çiftliğe geldiğimde, onu görmek beni ezeli bir heyecanla sarmalamıştı. Yakışıklıydı. Kemikli yüz hatları, beyaz teninde harika bir şölen yaratıyordu. Ellerinde samanları taşıyordu ve beni ilk gördüğü o an inci gibi dişlerini göstererek gülümsemişti. Kumral saçları, çalışmaktan dolayı terlemiş ve geriye doğru savrulmuştu. Bir seyise göre oldukça yapılı bir vücudu ve aurası vardı. Sanki oraya ait değilmiş gibiydi. 

Ata binmekte profesyonel olsam da sürekli ondan yardım istemeye başlamış, her hafta sonu kendimi çiftlikte bulmaya başlamıştım. Benden yaşça büyüktü ama bir önemi yoktu. Babamın kendi sınırları içerisinde özgürce yaşayabiliyor olmanın verdiği bir heyecan vardı ve ben bunu onunla paylaşmaktan mutluydum. 

18. yaş günümde bana bir dal gül vermişti. Bunu, bahçıvanın özenle budadığı gül bahçesinden aldığını söylemişti. Gizli gizli bunu benim için yapmış olmasının verdiği mutluluk ile o gülü kurutmuştum. Bir gül dalı, kuruyarak sonsuz bir yaşam nasıl sürebiliyordu hala anlamlandıramıyordum zira onun ölümünden sonra bile varlığını en güzel şekilde temsil eden o gül, hâlâ İstanbul’daki odamın en gözde köşesinde yerini korurdu. 

Karanlık Esaret KİTAP OLUYORWhere stories live. Discover now