6.BÖLÜM

55 13 0
                                    

Bunun kendim açısından kötü birşey olduğunu düşünsem de Kaan ve Pınar'ın ısrarlarına, tehditkar bakışlarına dayanamayıp bir hafta daha hastanede kalmayı kabul etmem fikri beni biraz pişman etmişti açıkçası. Çünkü artık bu hastanenin tuzsuz, tatsız hasta yemeklerini midem kaldıramayıp, mide fesatı geçirebilirdim. Normalde mide fesatı tabirini Pınar bana çok yemek yediğim zamanlarda kullanırdı ama olsun. Ne kadar mutlu olmaya, hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalışsam da içimdeki burukluk her geçen gün beni daha da üzüyordu ve bir o kadar da hayattan soğutup, insanlara olan güvenimi azaltıyordu tıpkı Anne demeye bile utandığım kadına azaldığı gibi... Peki ya bu kadar olaydan, yapılan bu kötülüklerden sonra Pelin neden birden böyle kaybolmayı tercih etti ki? Pınar'la birlikte uzun süre bu soru üzerinde düşündük ama maalesef mantıklı bir fikir çıkmıyordu ikimizin de o boşa çalışan kafasından. Pelin'in kayboluşu öyle bir kaybolmuştu ki ne arkasında bir iz ne de bir ipucu ya da bir telefon numarası bırakmıştı. Bana göre bu yaptığının doğru olduğuna kendimi inandırsam da Pınar sürekli bunu yapmamam gerektiğini söyleyip durdu ve bir bakıma haklı sayılırdı. Pınar'a göre Pelin'in bu yaptığına korkaklık deniliyormuş kendince... Çünkü sorunlardan böyle bir şekilde sıyrılarak kendimizi daha çok yaralayıp, hayatın kötü yüzüne karşı kendimizi daha savunmasız hale getirirmişiz. Galiba bu sözlerinde çok haklıydı ve ben de kendi hayat felsefemi belirlemeliydim ki hayatın kötü yüzüne karşı ben de savunmasız kalmayayım. Ama tuhaf giden birşey vardı. Pelin bu olanları kimden, nasıl ve ne zaman öğrenmişti ki kısa bu kadar kahrolmasına sebep oldu? Peki ya babam, o neredeydi? Gittiği iş gezisinden dönmeliydi? Acaba babam da tüm gerçekleri biliyor muydu? Kesin biliyordu ki o gün mutfakta yüzü asıktı. Normalde babam asla sabahları sofraya ve güne yüzü asık bir şekilde başlamazdı. Babamın hayat felsefesine göre güne nasıl başlarsa içindeki hislerin, o şekilde geçermiş tüm günün. Ben de babamın bu hayat felsefesini kendime ilke edinerek her güne mutlu uyanmaya çalıştım. Peki ama neden o gün babam hayat felsefesini umursamaz şekilde güne mutsuz başlamıştı hemde bu felsefe evimizin tek kuralı iken? Benim bir şekilde babama ulaşmam gerekti ama telefonum kırılmıştı kaza anında ve üstelik çok çocukça gelecek biliyorum çünkü ben babamın telefon numarasını dahi bilmiyordum. Hem ben kimsenin telefon numarasını ezberlememiştim. Bana göre saçma olsa da ilkokul zamanlarında şu klasik okul gezileri zamanında sınıf öğretmeni izin almak amacıyla velilerimizin numarasını istediğinde bilmediğimi söylediğim zaman sınıftakilerin bana gülmesine aldırmadığım halde bile ezberlememişken neden şimdi böyle bir çabaya gireyim ki? Bana bu numara ezberleme işi halen çok saçma geliyor ve galiba şuan ezberlemediğim için pişman hissediyordum kendimi. Sanırım. Ben böyle derin derin sıcacık hastane yatağımda, uyuşan ayağımla ve kırık olan sol kolumla düşüncelere dalarken birden Kaan'ın koltukta oturmuş öylece beni seyrettiğini farkettim. Kafamı Kaan'a doğru çevirdiğimde bile hâlâ bana bakıyordu. Anlam veremediğim bu bakışlar da neyin nesiydi böyle?
"Kaan?"
*Kaan*
- Ha, buyur. Birşey mi isteyecektin, ne oldu?
"Bir şey olmadı da, bir şey soracağım. Olur mu?"
*Kaan*
- Sor tabi.
"Neden bana yardım ediyorsun? Neden beni düşünüp, umursuyorsun? Senin için bu kadar mı önemliyim?"
Kaan öyle şaşırmıştı ki bu sorular karşısında, bir ara öylece bakakaldı bana.
*Kaan*
- Seni önemsiyorum çünkü yaşadığın olay beni de çok derinden etkiledi tıpkı annemin gözümün önünde intihar etmesi gibi. Seni umursuyorum çünkü daha önce kimse beni başıma gelen olaylardan dolayı umursamadığı için senin de böyle bir duygudan mahrum kalmanı istemiyorum. Seni umursuyorum çünkü.....
Kaan daha cümlesini bitirmeden gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. Ben kafamı çaresiz bir şekilde önüme eğdim çünkü yaptığımın yanlış olduğunu anladım ve ben daha kafamı kaldırıp ona bakmaya fırsat bulamadan o benim yatağımın kenarına oturmuş gözlerinden yaşlar akıtarak bana bakmaya devam ediyordu. Ben tam dudaklarımı aralamıştım ona birşey söylemek istercesine ama o işaret parmağıyla dudaklarımı klasik hemşire pozuyla kapatarak anlatmaya başladı başından geçenleri benim soracağımı tahmin edermişçesine. Anlaşılan benden önce davranmak istiyordu ama onun yanını yakmıştım ve çok pişmandım. Ona sarılarak kulağına fısıltıyla "özür dilerim, ben gerçekten canını yakmak istemezdim" diyerek kollarımı çektim üzerinden geriye doğru yavaş yavaş giderek. Kaan ellerimi ellerinin içinde birleştirerek anlatmaya başladı başından geçenleri. Kaan ağladığı zaman yeşil gözleri daha da parlıyordu yaşlarla kaplı gözünün içinde.
" Ben daha 7 yaşındayken annem ölmüştü ama benim yanımda benim gözlerimin önünde. Ben bir an bu acıyla nasıl yaşayacağımı düşünürken birden kendi kendime söz verdim kendi içimde. Ben bu acıyla da başa çıkabilecek güçteyim. Bu benim hayatımın mahvoluşunu değiştirmese de şuan hayatıma yön vermem için bana çok yardım etmişti. Ben annemin neden intihar ettiğini öğrenecektim ve annemin bana her zaman dediği gibi asla onun emeklerinin karşılığını serserilik yaparak vermeyecektim. Adam gibi derslerime çalışacaktım ve yine annemin her zaman dediği gibi çalışanın kazandığı bu dünyada derslerime çalışarak en güzel bölümü ve üniversiteyi kaznamalıydım. Bundan önce ise evimizin birkaç sokak ötesinde duran o afili Fen lisesi 'ni kasanacaktım. Çünkü ben anneme bir söz vermiştim ve bu sözü tutmalıydım. Her geçen gün annemi daha da çok özlüyordum. Sanki her gece annem gelip odamın ışığını söndürecekmiş gibi odamın ışığının kapanmasını beklerdim sabahlara kadar. Sanki annem hastalandığımda başıcımdaymış gibi anne! anne! diye sayıklardım hasta olduğum zaman belki saçımı okşar, belki beni izlediği gökyüzünden bir kereliğine bile olsa beni görmek için yanıma gelir diye bekledim ben hep. Okulda yaptığım resimleri sanki annem asmış gibi asardım buzdolabının kapağına. Ama şunu da biliyordum ki annem asla gelmeyecekti yanıma. Bir daha okşamayacaktı saçlarımı, bir daha resimlerimi kendisi
asmayacaktı buzdolabına ve en kötüsü de sabah uyandığım zaman kimse benim sabahın erken vaktinde kalkıp ta bana yumurtalı ekmek yapmayacaktı. "
Kaan konuşurken ellerimi sıktığından habersiz hâlâ ağlamaya devam ediyordu.
" İşte ben bu yüzden hayatın zorluklarıyla başa çıkmalıydım ki annem beni gökyüzünden izlediğinde eseriyle mutlu olmalıydı. Tam oğluna Kaan'ın a yakışır bir şekilde tutmalıydım hayata ki annem beni doğurduğu için büyüttüğü için pişman olmasın. Bana gökyüzünden öyle bir baksın ki bakınca kelebekler gibi mutluluktan rüyalarıma girsin. Belki ben de annemin özlediğim yüzünü rüyamda görürdüm. Ben seni neden mi umursuyorum Kayra? Ben seni umursuyorum çünkü senin de canın bir zamanlar benim canımın yandığı kadar yanıyor. Seni önemsiyorum çünkü sende benim gibi canının yandığını gizleyerek bir şekilde hayata tutunmaya çalışıyorsun. "
" Peki ya az önceki lafını neden tamamlamıyorsun? Sen beni önemsiyorsun çünkü...... "
Kaan o kadar çok üzülmüştü ki üzüntüden sorduğum soruyu farketmemişti belki de. Öyle pişman oldum ki Kaan'a o sözleri söylediğime gözümden düşen yaşlar elimi tutan Kaan 'ın ellerine düşüyordu tek tek. Kaan başını kaldırdığında ağladığımı görünce bana sarıldı ve kulağıma yaklaşarak ağlamaklı bir ses tonuyla "Seni asla bırakmayacağım. Bunu unutma, sen güçlüsün. Hayata yenilme!" Kaan' ın bu sözleri beni mutlu etmişti çünkü yanımda olan birinin varlığını hissetmek beni çok sevindirdi. Ben de Kaan'ın sarılmasına karşılık vererek kollarımı onun sırtında birleştirdim. Galiba Kaan artık benim çok güvendiğim bir dostumdu artık. Bende onun kulağına eğilip fısıldayarak; " Ben de seni asla bırakmayacağım, hep yanında ve seninle olacağım Yeşil Gözlü Huysuz Prens" deyiverdim hafif tebessümlü bir yüz ifadesiyle. Kaan bu sözüm üzerine kollarını benden ayırarak gözümün içine baktı ve :
- " Söz mü Uyuyan Güzellik Kraliçesi?" dedi gülerek. Uyuyan Güzellik Kraliçesi de ne demekti? Uyuyan Çılgın Prenses'e ne olmuştu? Dayanamayarak sordum Kaan'a bir hışımla :
"Uyuyan Çılgın Prenses'e ne oldu Bay Yeşil Gözlü Huysuz Prens?" dedim şakayla karışık ciddiyetçi bir ifadeyle.
*Kaan*
- Güzelliğini es geçemezdim prenses. Tıpkı senin de benim gözlerimin büyüsünü es geçemediğin gibi. Haksız mıyım? Neyse söyle bakalım acıktın mı? Ne yemek istersin?
" Sanki başka seçme hakkım varmış gibi soruyor musun bide? Tabiki tek seçenek tuzsuz ve tadı olmayan meşhur hastane yemeklerini yiyeceğim kendi isteğim dışında."
*Kaan*
- Kim demiş sana hastane yemeği yiyeceğini? Hem sana iyi bir haber vereyim bugün tam anlamıyla iyileştin sayılmaz ama seni taburcu edecekler ve seni buradan çıkaracağım. Bu yüzden hastane yemekleri yemene gerek kalmayacak en azından bu öğün hariç. Hadi ama güzellik bu surat da neyin nesi şimdi? Bak hem bugün hastaneden çıkacaksın dostum. Biraz gülümse. Gül hadi.
Keyfim biraz yerine gelmişti ama bir türlü midemi ikna edemiyordum o yemekleri kabul etmeleri konusunda. Hemşireyle birlikte o yemeklerin odaya girmesiyle yüzümdeki gülücük belirmeden kaybolmaya başlamıştı bile. Hemşire yemeğimi bırakınca kolumun kırıklığından dolayı yemeği yiyip yiyemeyceğimi sordu ama galiba şanslıydım ki Kaan benden önce davranarak kendisinin yedireceğini söyleyip hemşireyi odadan çıkardı yoksa hemşire yüzünden bütün yemekleri yemek zorunda kalacaktım. Belki Kaan'ı ikna ederim diye düşünmüştüm ama Kaan hemşireden daha sert çıktı.
"Şey, ben yemekleri yemese...."
*Kaan*
- Hiç boşuna o ağzını yorma prenses bu yemeklerden ilaçlarını içmen için yemen gerekiyor. Hepsini bitirmesen bile bir kaç lokma yemelisin. Benim hatırım için.
Anlaşılan Kaan kararlıydı bugün o yemekleri mideme göndermek için. O da ne! Kaan bir kaşığı tıka basa pilavla doldurmuş ağzıma doğru yaklaştırıyordu. Kaan nerden geldiğini anlamadığı bir çığlıkla karşılaştı ben tarafından.
"Hayıııır,! Ne yapıyorsun Kaan sen? Delirmedin herhalde. O koca kaşıktaki tadı olmayan tıka basa doldurduğun pilavı bana yedirmeyeceksin değil mi?"
*Kaan*
- Yedireceğim tabi ki. Eğer intihara kalkışmasaydın bu Pilavı yemek zorunda kalmazdın prenses. Hadi ye bakalım bak ilaç saatin yaklaşıyor. Hadi aç aç ağzını. Hemde kocaman aç.
" Ama Kaan. O kaşık benim minik ağzım için fazlasıyla küçük. Lütfeeen."
Yalvarmamın işe yaramadığı kesin bir ifadeyle o koca kaşığı ağzıma soktu Kaan. Yüzüm öyle tuhaf bir hal almıştı ki Kaan kahkaha atarak bir kaşık pilav da kendisi yedi. Anlaşılan acıkmıştı. Neyse ki bir kaşık pilavdan sonra ilaçlarımı da içirmişti Kaan. Sonra da çıkışımı yapmak için gitmişti. Bende odaya gelene kadar üzerimi değiştirmek istedim ama becereyeceğim kesindi. Yine de şansımı denemek istedim kaderle inatlaşırmış gibi. Pantolonumu güçlükle gitmiştim ama tam tişörtümü çıkaracaktım ki kolumun kırık olduğu hesapta yoktu aklımda ve fikrimde. Birden odanın kapısını açıldı ve Kaan odaya girdi. Öyle şaşırdım ki yarı açık gecelik üstümle öylece Kaan'a bakıyordum. Parmaklarını birbirine sürterek "şıkk, şıkk" ses çıkardı karşımda.
*Kaan*
- Heey, dondun kaldın yine. Yoksa gecelik üstünün çıtçıtlı olduğunu görmedin mi?
"Gördüm tabiki salak değilim ben, farkındaysan eğer kolum kırık."
*Kaan*
- Hmmm, pekala sana yardım edeceğim o zaman. Merak etme çekinmene gerek yok. Sonuçta sadece bluzunu çıkaracağım iç çamaşırlarını değil.
"heeeyyyy! Dikkat et bak yumruk geliyor ağzının ortasına."
*Kaan*
- Tamam, tamam sakin ol. Arkadan çıkarmamı ister misin? Hem senin için daha rahat olur.
"Şey arkadan çıkarırsan kolumu nasıl çıkaracaksın peki? Makasla kesmeyi denesene lütfen. Hem zaten ben bu gecelikleri tekrar giyemem ki kan lekesi olmuş atarım."
*Kaan*
- Peki. Öyle olsun bakalım.
"Açıkçası Kaan'ın üzerimi değiştirmesi biraz beni utandırıyordu. Çünkü ilk defa bir erkek üzerimdekileri çıkaracaktı. Kaan çıtçıtlı olan düğmeleri yavaş yavaş açarken bile utanıyordum ve bu yüzden kafamı önüme eğdim. Düğmeleri açınca kırık olan kolumdan bluzun kolunu çıkarmak için soğuk makas tenime temas edince irkilerek bir adım geri çekildim. Kaan kıkırdayarak bluzumdan beni kendine doğru çekerek kesmeye devam etti. Bana o kadar yakındı ki kafamı kaldırdığım an dudaklarım dudaklarına dokunabilirdi. Nihayet o kan kokan bluzdan kurtulmuştum ve eve gidince kolay çıkarmam için gömlek giydirecekti Kaan bana. Gömleğin kolunu alçıda olan kolumdan geçirirken canım yanıyordu ve gözlerimden birkaç damla yaş bile istemsizce akmıştı. Neyse ki üzerimi Kaan'ın da yardımıyla değiştirdikten sonra eve gitmek için asansöre bindik ve nihayet o hastanenin pis kokusundan kendimi dışarıya atar atmaz derin bir şekilde nefes alıp, seslice dışarıya bıraktım. Artık özgürlüğüme kavuşmuştum. Evet, ben özgürdüm tıpkı kozasından yeni çıkmış bir kelebek gibi... "

LACİVERTLERİN EFENDİSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin