Bileğimi neredeyse kıracak kadar sıktığında serbest olan elimi havaya kaldırdım. Güçlerimi kullandığımda aniden geriye doğru savruldu ve arkasındaki ağaca sırtını çarptı.

"Bana dokunma," dedim sinirle. Sıktığı bileğimi ovarken onun yaşadığına bir parçamın sevindiğini hissetmiştim. Kendi içimde acınası, ikiye bölünmüş haldeydim. Yine de, onun bu halimi bilmesine hiç gerek yoktu. Annesine anlattığım her kelimeyi duymuş bile olsa bu onun yüzüne karşı itiraf edeceğim anlamına gelmiyordu.

Yüzümde beliren sırıtma dolu olan gözlerimle birleştiğinde onun bakış açısıyla deli gibi görünüyor olmalıydım.

Bileğime, sonra tekrar yüzüme baktığında anlayamadığım bir ifade gözlerini esir almıştı.

Ona ne diyecektim? Ya da o bana ne diyecekti? Başka bir yerde karşılaşsak içimdeki her duyguyu, siniri, mutsuzluğu ona kusmak isterdim ama bunu annesinin mezarında, böyle bir günde yapamazdım. Burada söylediğim sözlerin ne kadar önemi olurdu ki, sıfır. Burada ikimizden de daha önemli biri vardı, her ikimizin de buraya gelmesine sebep olan biri, annesi.

"Git buradan," dedi buz gibi bir sesle. "Seni burada görmek istemiyorum." Bunları, bomboş bakan gözlerini gözlerime kilitleyerek söylemişti. Az önce esip gürlemesini beklerken, şimdi bir hiçmişim gibi hissettiriyordu. Gözlerime tekrar yaşlar hücum etse de kendime engel olmak zorundaydım.

"Seninle burada karşılaşacağımızı düşünmedim," diye itiraf ettim onunki kadar soğuk bir sesle. "Düşünsem başka bir vakitte gelirdim zaten."

Onun yüzünü görmek için yanıp tutuşurken, pişmanlık belirtisi bulmayı beklerken bir duvarla karşılaşmak, bir duvar olmak çok zordu. O bakışların ardında bir şeyler bulmak isterdim ama ne kadar derin bakarsam bakayım hiçbir şey yoktu.

Elini havada sallayıp beni geçiştirdi. Yüzündeki kaslar kasılmıştı ve bakışları hala bomboştu. Çenesini sıkıyordu, bağırmamak için miydi yoksa ağzına gelenleri dökmemek için mi?

"Git buradan gölge," dedi düz bir sesle. "Annemin mezarına bir daha gelme. Çok uzun zaman önce her şey açıklığa kavuştu. İkimizin arasında geçen her şey bir kurmacadan ibaretti." Bu sözleri üzerine, hazırda bekleyen bir gözyaşı ben engel olamadan yanağımla buluştu. "Sen sadece babamın bir piyonusun."

"Biliyor musun," diye fısıldadım. "Seninle aramızda geçen her şey pişmanlık dolu. Geçmişi değiştirme fırsatım olsaydı, hayatımdan seni çıkarıp atmak isterdim. Bugün burada oluşumun seninle bir alakası yok. Bu benim kendi içimde halletmek istediğim bir mevzu."

Göz ucuyla annesinin mezarına baktım. Demek ki oğlunuz beni gördüğünde böyle yapacakmış, diye düşündüm. Sarılmayacak, nasıl olduğumu sormayacaktı. Sadece bir hiçmişim gibi davranacaktı ve ben gerçekten kendimi bir hiç gibi hissedecektim. Benim duygularım olması bir şey değiştirmezdi. Kanlı canlı olmam, fikirlerim, düşüncelerim, duygularım olması hiçbir şeyi değiştirmezdi. Dediği gibi ben sadece bir piyondum ve Toprak'ın onca zaman bana karşı tutumu bir kurmacaydı.

"Bu arada," diye devam ettim. "Ben kurmaca değildim." Bu çıkışıma şaşırmış olduğu gözlerinden okunsa da bir saniye sonra toparlandı ve sanki sıkılıyormuş gibi etrafa bakmaya başladı. Yine de konuşmamı sürdürdüm. "Benim sana karşı, aileme karşı tavırlarım kurmaca değildi. Her zaman bana kızmana ya da güldüğünde alay için gülmüş olmana rağmen sana değer verdim. O yüzden bugün burada suçlu olan biri varsa, o da sensin."

Az önce güçlerimle onu kendimden uzaklaştırdığım için aramızda oluşan birkaç adımlık mesafeyi bir anda kat edip yanıma geldiğinde yukarıdan bana baktı. "Bana bak gölge," diye çıkıştı. "Güzelce söylüyorken git."

Bu sözünün üzerine güldüm, ama ağzımdan çıkan ses acınası bir hırıltıdan ibaretti.

"Annen senin bu halini görse utanırdı," dedim sinirle. O an, söylememem gereken bir şeyi söylediğimin farkına vardım. Kaşları sinirle çatılırken bana doğru uzandı. Bir adım gerilediğimde aramızdaki mesafeyi kapattı ve sinirle soludu.

"Annemin neyi isteyip istemeyeceğini sen mi bileceksin?"

Neden sabır gösteriyorum ki, diye düşündüm. Başımı sallayıp çekip gidebilir ve bu aşağılanmaya, hiçe sayılmaya maruz kalmazdım. Bunca zaman bir umut onu aradığım için miydi, belki. Artık yeterince güçlüydüm ve bana karşı koysa da hırpalasa da sonunda benim galip çıkacağım belliydi.

Bir anda, ne yaptığımın bile farkına varamadan sinirden sıktığı elinin üzerine koydum elimi. Bunu daha önceden yapmış mıydım? Kaçırdığım şeyler o kadar fazlaydı ki hangisine üzüleceğimi bile bilmiyordum. O anda böyle hissetmem normal miydi? Birbirimize kırıcı laflar ederken, onun yüzünden hayatım boka sarmışken benim böyle hissetmem ne kadar normal olabilirdi? Kendimi acınası hissetmeye başlamıştım. Gerçi zaten uzun zamandır böyle hissediyordum. Bazı akşamlar, evimde yalnız kaldığım zaman bastıran ağlama krizleri olduğum yerde çöküp, cenin pozisyonunda uzun süre yatmadıkça geçmiyordu. Tıpkı o an bedenimin durmak bilmeyen sarsılması gibi. Bu yüzden vazgeçemiyor olmalıydım. Pes edersem hiçbir şey değişmeyecekti. O ağlama krizleri yine beni avucunun içine alacak, ben yine etrafta ruhsuz gibi dolaşıp bana hiçbir zararı dokunmayan insanlara sırf biri bana emretti diye zarar verecektim. Benim sadece bedenim güçlüydü. Ruhumun bir krizin uçurumundaydı ve düşmek üzere sabırsızlanıyordu.

Karşımdaki adam, ruhumdaki yaraların en büyük sebebiydi. Ve bu yaralar yine sahibinin sığınağına kaçmak, orada güvende hissetmek istiyordu.

"Git buradan," dedi acı çeker gibi. Sahi, neden öyle çıkmıştı sesi? Avucumun içindeki elini geri çekmemiş, olduğu yerde tutmaya devam etmişti.

Yakın zamanda kesilmiş sakallarına elimi götürmek, yanağını okşamak istiyordum. Bütün bu güzellikleri kaybettikten sonra anlamam ve hala onları istemem normal değildi.

"Bende bunu yapmak için sabırsızlanıyordum," diye mırıldandım, yakınımda olduğu için kaldırmak zorunda kaldığım başımı başka bir yöne çevirerek. "Yüzünü görmek midemi bulandırıyormuş."

"Neden?" dedi bana yaklaşırken. Evet, neden çekmiyorsun elini? Neden çekmiyorum elimi? Bu mesafeden gözlerine bakmak zordu. Bakışlarımı yine ona çevirip, kaşlarının ortasında oluşan derin çukura son kez baktım.

"Çünkü hayatımı mahvettin," dedim fısıldar gibi bir sesle. "İğrenç bir insansın."

"Biliyorum, bu yüzden gitmelisin." dedi benimle aynı tonda. Yanağımdan bir damla daha yaş süzüldüğünde, kendime küfrettim. Bir adım geri çekilip ondan uzaklaşmaya ve buradan ayrılmaya hazırlanırken biraz daha yaklaştı. Başını öne eğmişti. Eli usulca yanağıma ulaşıp gözyaşımı sildi. O sildikçe yerine yenileri eklenirken kalbimin patlayacağını hissettim.

"Uzak dur benden," dedim elimin tersiyle eline vurarak. "Bu gözyaşları senin için akmıyor. Mahvolan hayatıma üzülüyorum, seni tanıdığıma üzülüyorum. Gözyaşlarımı bunca zaman kendim sildim, bundan sonrasında da sana ihtiyacım yok."

Ona sarılmanın verdiği güveni unutacak ne yapmıştım ben? Onun elini uzaklaştıracak, ona dilimi yılan edecek ne yapmıştım? Suçsuz olduğumu bilmek, yaşadıklarımı daha ağır hale getiriyordu.

"Melodi," dediğinde başımı iki yana salladım. Dudaklarının arasından ismimin dökülmesi bana acı veriyordu.

"Sus," dedim sert bir sesle. "Seni burada, annenin mezarının başında öldürmek istemiyorum. O yüzden sus."

Arkamı dönüp gittiğimde, orada durup bana baktı. Peşimden gelmedi, sözleri için af dilemedi ya da hata ettiğini söylemedi. Daha fazla saldırmadı ruhuma, o yara açık kaldı ve kapanmak istemedi.

"Babanın hayatını kararttığımda," diye mırıldandım beni duyamayacağı kadar uzaklaştığım vakit. "O zaman beni öldürmek isteyeceksin ama geri adım atmayacağım."

Yakında hep karşılaşacağız. Sesi kulaklarımda yankılanırken gülümsedim, zihnime konuşmuştu.

Evet, karşılaşacağız, diye düşündüm. Benden nefret etmen için elimden geleni yapacağım.

^^

GÖLGEWhere stories live. Discover now