Hava soğuktu ve yağmur hala devam ediyordu. Montumun şapkasını başıma geçirdikten sonra kaldırımda yürümeye başladım. Belki kısa bir süre sonra sırılsıklam olacaktım ama kimin umrundaydı ki...

Bir süre yolun üstündeki dükkanları inceleyerek yürümeye devam ederken bir çiçekçinin önünde durduğumda içeri girmeden önce silkelenmem gerekmişti. Dükkanın kapısını içeri doğru ittiğimde kapının üstünde asılı olan zil çaldı ve içeride oturan kadın gülümseyerek ayağa kalktı.

"Ah, hoşgeldiniz." Bakışlarını benden dışarı çevirdi, sonra tekrar bana baktı. "Feci bir gün, yağmur dinmek bilmiyor sanki. Siz de çok ıslanmışsınız."

Gülümsemesine, biraz da içtenliğine istemsizce ben de karşılık verdim. "Evet, oysa çok fazla yürümemiştim bile."

"Buyrun isterseniz biraz oturup soluklanın. Yağmurun dinmesini bekleyin derdim ama hiç dinmeyecekmiş gibi yağıyor. Öyle dersem işinizden etmiş olurum sizi. Yine de buyrun, dediğim gibi biraz soluklanın." Eliyle gösterdiği sandalyeye oturup gülümsedim. "Böyle zamanlarda pek insan yüzü göremiyoruz." Kendi söylediğine gülüp bana baktı. "Kusura bakmayın, işte tam da az önce söylediğim sebepten dolayı birini görünce konuşup duruyorum. Size nasıl yardımcı olabilirim?"

"Çok haklısınız, insan bazen konuşacak herhangi birinin ihtiyacını hissediyor." dedim içtenlikle. "Buket hazırlatmak için gelmiştim."

"Tabi ki, nasıl bir buket olacaktı?"

Gözlerimi renk renk çiçeklerin üstünde gezdirdim. "Bilemiyorum..." dedim düşünceli bir sesle. "Sade bir şeyler alacağım."

"Sizin için benim seçmemi ister misiniz?"

"Tabii. Neden olmasın?" dedim gülümseyerek.

Kadın, buketi hazırladığında çiçeklerin parasını ödeyip teşekkür ettim. Biraz daha oturmamı rica etse de yapacak işlerim vardı. Bu yüzden montumun şapkasını tekrardan başıma geçirip dışarı çıktım. Elimde fazla renkli olmayan ve hoş gözüken, yine de amacını düşünüp üzüldüğüm demetle yoluma devam ettim. Aynı güzergahta yürüyordum, fakat bu sefer gözlerim yoldan gelip geçen arabaları tarıyordu. Uzaktan belli belirsiz sarı bir aracın yaklaştığını gördüğümde ilerlemekten vazgeçip olduğum yerde bekledim. Yolun bundan sonraki kısmını taksiyle gidecektim.

Arabaya bindiğimde gideceğim yeri tarif edip arka koltuğa iyice sindim. Arabanın havalandırma deliklerinden içeri sıcak hava üflendikçe soğuktan donmuş parmaklarım karıncalanıyordu. Dışarıda yürürken şapkanın kenarlarından çıkıp omzuma dökülen saçlarım yağmurdan ıslanmıştı. Kızardığını düşündüğüm burnumu nispeten daha sıcak olan elimle ısıtmaya çalışıyordum. Hava ise her zamankinden daha soğuk geliyordu bugün, bir o kadar da kasvetli. Arabanın arka koltuğunda, yağmur damlalarının devamlı cama çarpıp orada kaldığını, aralarda birkaç tanesinin birleşerek aşağı kaydığını, geçip gittiğimiz yollarda ara ara birikmiş su birikintilerinin biz geçerken nasıl etrafa saçıldığını izliyordum.

Radyodan kısık sesle pop müzik çalıyor, bazı zamanlar bu müziğe cızırtı ve başka bir kanaldaki başka bir müzik ekleniyordu. Hem yağmurdan hem de gittiğim yol ilerledikçe tenhalaştığından frekans düzenli aralıklarla bozuluyordu.

Yol boyunca kendimi sadece bunları düşünmeye zorladım. Ne de olsa birazdan yüzleşeceğim ve beni sıkıntıya sokacak şeyleri daha fazla düşünmek hiçbir şeyi kolaylaştırmayacak, değiştirmeyecekti.

Yol bozulup da tekerleğin altındaki taşlardan sesler gelmeye başladığında şoför taksiyi durdurdu. Gelmiştik. Dışarının soğuğu ve geldiğimiz yer aslında taksinin ne kadar rahat, ne kadar güvenilir olduğunu düşünmeme sebep oluyordu. Buna rağmen inmek zorunda olduğumun farkındaydım. Cüzdanımdan çıkardığım parayı şoföre verdikten sonra iyi günler dileyip kucağımdaki çiçekle dışarı çıktım.

GÖLGEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin