Bölüm 29: Bir ayağı çukurda kardeşler

7.2K 443 589
                                    

Bölümü üstteki video eşliğinde okumanız önerilir^^

Fotoğrafta ise Veba Doktoru (Plague Doctor) var. 4623 kelime ile upuzun bir bölüm sizleri bekliyor. Yorumları merakla bekliyorum, iyi okumalar. 💕

*********************

"Robert denilen adamı nasıl bulacağız? Juan Silva'nın konuşması gerek."

Sandalyesine otururken kafasını salladı. "Ama ama ona her ne yaptıysa travma halinde. Konuşabileceğini pek sanmıyorum."

"Ne yapacağız o zaman?"

Bilmiyorum anlamında dudak büktü. "Evine git Jennifer. Biraz uyu, bunu hak ettin. Bir gelişme olursa ben sana haber veririm."

Hafifçe gülümsedim. "Çok düşüncelisin ama almayayım. İhtiyacım yok."

Cümlemin bitişiyle telefonumun titreşmesi peş peşe olurken, arka cebimden telefonumu çıkarttım. Bir yeni mesaj yazıyordu ekranda. Mesaj Bob'dandı.

"Earl'ü buldum. Her zamanki yere gel."

Plan değişikliği o zaman.

"Haklısın,"dedim bilgisayarına dönmüş olan dedektife. "Gidip dinlensem iyi olur."

Bakışları beni bulduktan sora hafifçe gülümsedi. "Kendine dikkat et."

Kafamı salladım. "İyi geceler dedektif."

"Sana da Jennifer."

Ceketimi almak için tekrar morga inerken Aiden'e benimle buluşması için mesaj atmayı ihmal etmedim. Adamlar vampir mojosuna karşı eğitim almış olabilirler ama Incubus karşısında hiçbir dayanakları kalmayacak.

******
Boston Polis Departmanı'ndan sadece on yedi dakika sürmüştü, Bob'un işkence mahzeni olarak kullandığı terk edilmiş yer altı yerleşimi. Chestnutt Hill, normal insanlarca Boston şehir merkezinin yaklaşık on kilometre batısında, yeşilliklerle örülü varlıklı bir kasaba olarak bilinse de, Nonnatieler için anlamı farklıydı. Massachusetts'teki Nonnatielerin en yaşlısı olan Bob, aynı zamanda düzen sağlayıcı görevini de kendi üzerine almıştı. Chestnutt Hill'deki Pinor Manor Üniversitesi, verdiği iyi eğitimin yanısıra, bu göreve- yani işkence mahzenine- paravan işlevini görüyordu.

Ağaçlarla çevrili kampüsün hemen sol tarafında, koyu yeşil levha üzerine beyaz puntolarla Pinor Manor yazısına iç çekerek baktım. Buraya gelmeyeli uzun zaman olmuştu. Oldukça rahatsız edici olduğu için her ne kadar Bob ona katılmamı istese de, ben hep reddetmiştim bu teklifi. İşkence sorun değildi, zaten bunu sonuna kadar hak ediyorlardı. Sorun Bob'un celladıyla aynı odada bulunmayı kesinlikle istemememdi. Doktor'un yanında, Ölüm Meleği ev arkadaşım Sun Hello Kitty gibi kalır.

Ormanlık alana kurulan kampüsün sonuna doğru yola devam ederken ağaçların arasından kendini gösteren Tudor mimarisi binaları incelemeye başladım. Dik kubbeli çatılar, ince uzun pencereler, Kırmızı tuğladan duvarlardaki taş ve ahşap işçilikleri...

1911'de, daha ilk açıldığı zamanlarda bile bulunmuştum burada. O zamanlar burada sadece kızlara eğitim veriliyordu. Bir düğünde tanıştığım Jessy, ilk öğrencilerindendi bu okulun. İngiliz dili ve edebiyatı okuyordu. Beline kadar uzanan sarı saçları güneş gibi parlayan, çilli ve tatlı bir kızdı. Herkes severdi onu; Zaten onunla dost olmamı sağlayan da bu hayat enerjisiydi. O zamanlar lanetlenmemin üzerinden yirmi dört yıl geçmiş olsa da, depresyon ve kendime acıma süreci hâlen üzerimde hakimiyetini sürdürüyordu. Henüz bir hafta önce kana bulanmış ellerimin ruhumdaki izleri silinmeden yeni kurban arayışına girmiştim, girmek zorundaydım. Dawson tatlı bir adamdı. Uzun saçlarını hep sıkı bir at kuyruğu yapsa da, suratına düşen inatçı siyah perçemi kulağının arkasına ittirme dürtüsüyle dolup taşardım. Gülümsediğinde sağ yanağında bir gamze çıkardı. Bana her gülümsediğinde katran karası gözlerine bakarken, onu yakında öldüreceğimi bilerek buruklaşırdı gülümsemem, donup kalırdım. Yağmurlu bir gecede tam kalbinden bıçakladığım yakışıklı adam, son nefesini verirken bile öfkeli değildi. Belki de ben de bir sorun olduğunu fark etmişti ya da başına gelen onca şeyden sonra ölümü dert etmiyordu, bilemiyorum.

İŞARETLENMİŞحيث تعيش القصص. اكتشف الآن