0.7 • alcohol

246 22 60
                                    

İyi okumalar!❣️

👽

"Ne içeceksin?" dedim, bir an onun bu zamana kadarki yıllarını uzayda geçirdiğini unutarak. Gözlerini kıstı ve dudaklarını büzüp omuzlarını silkti, bilmediğini belli etmek istercesine. Kendi salaklığıma güldüm ve onun tatlılığına gülümsedim.

"Bir bira, bir de her zamankinden o zaman," dedim Sean'a dönerek. Sean sırıttı ve kafasıyla onaylayıp bir viski bardağını önüne çıkardı. Kehribar rengindeki sıvıyı baradağa doldururken, akan sıvıyı boş gözlerle izledim. Bir kaç saniye sonra boğazımı yakacak olan tadı çok iyi biliyordum.

Sean benim önüme yarısı dolu bardağı, Ariadne'nin önüne de benimkinden çok daha büyük, soğukluğundan dolayı etrafından dumanlar çıkan bira bardağını koyduğunda, Ariadne bardağa doğru iyice eğildi ve yavaşça birayı kokladı. Hızla geri çekilirken, yüzü buruşmuş, dehşet içinde bana bakıyordu. "Bana niye böyle bir şey içirmeye çalışıyorsun?" dedi şaşkınlıkla. "Benden hoşlandığını düşünmüştüm."

Kalbimin hızlandığını hissettim. Yüzüne bakakaldığımda, o hâlâ aynı ifade ile bana bakıyordu. Beynim, bahsettiği hoşlanmanın, benim düşündüğüm gibi bir şey olmadığını algıladığında, garip bir ses çıkararak güldüm.

"Senden hoşlanıyorum zaten," dedim yumuşak bir sesle ve ne olursa olsun bu cümleyi kurmanın verdiği garip duyguyla. "Bir yudum al, beğeneceksin."

Dudaklarını büzüp önündeki biraya kara kara baktı. "Pekâlâ," dedi sonra. "Sen istiyorsan, denerim." Söylediği cümleyle kalbimin atışının yeniden hız kazandığını fark ettiğimde, kafamı hemen iki adım uzağımdaki duvarlara çarpmak istiyordum. Bu his yorucuydu, istemiyordum.

Büyük bardağı iki eliyle tuttu ve yavaşça kaldırıp dudaklarına yaklaştırdı. Gözlerim dudaklarına takılırken, derin bir nefes aldım. Şu an onu kendime çevirip, dudaklarımı dudaklarına bastırıp onu öyle bir öpmek istiyordum ki. Bardak dudaklarıyla buluştu, bir yudum birayı boğazından aşağı bıraktı.

İçkiyi yutar yutmaz, yüzünde oluşan donuk ifadeye yavaşça güldüm. Elim koluna giderken, nazikçe dokundum ve, "Nasıl?" diye bağırdım, yüksek sesli müzikten dolayı. Yüzündeki ifadesizlik, acı bir ifadeye dönüşünce, kalbim korkuyla kasıldı. Bir an ellerini nereye koyacağını bilemeden bana doğru uzattı ama ben ellerini tutamadan yeniden kendine çekti. Ne olduğunu anlamadığım hâlde kalbim deli gibi çarpıyordu. Beğenmemiş miydi, ya da bir şey mi olmuştu?

"Ariadne," dedim kollarından tutup onu kendime çevirirken. "Cevap ver, ne oldu?" Elleri başına gitti ve avuç içlerini şakaklarına bastırıp acı çektiğini aşırı belli eden bir ses çıkardı. "Acıyor," dedi sonra, masmavi gözleri, göz çukurlarına dolan yaşlardan dolayı her zaman parladığından daha fazla parlarken.

"Ne acıyor?"diye mırıldandım ama herhangi bir cevap beklemeden onu ayağa kaldırmaya çalıştım. Ayağa kalktı ama bir adım atmaya çalıştığı gibi dizleri büküldü ve ellerini daha sıkı bastırıp öncekine göre biraz daha yüksek bir sesle bağırdı. "Tamam," dedim telaşla. "Geçecek, sakin ol."

Sakin ol, Justin. Geçecek. Bir şey olmayacak.

Kolumu dizlerinin altından geçirdim ve onu kucakladığım gibi barın çıkışına doğru hızla yürüdüm. Çarptığım insanların arkamdan bağırışlarını duymuyordum bile ama Will, "Justin!" diye bağırdığında, duraksadım. "Ne oldu lan?" dedi irice açılmış gözlerle Ariadne'ye bakarken.

"Bilmiyorum," dedim, sesim kontrolüm dışında titrek çıkmıştı. "Bilmiyorum eve götüreceğim," dedim sonra. Hastaneye götüremezdim, damar yolu açmak isterlerdi ve onlara genç bir kızın içinden nasıl ışık saçtığını açıklayabileceğimi sanmıyordum.

Gevşemiş bedenini olabildiğince sarsmadan biraz yukarı kaldırdım.

Ben, "Siz taksiyle gelebilir misiniz?" der demez, Ariadne'nin biraz önce sakinleşmiş bedeni aniden kasıldı ve elleri yine başına baskı uyguladı. Yüzü acıyla çarpılmıştı ve ben ne bok yiyeceğimi bilmiyordum. Will, Ariadne'nin hareketiyle hızla başını salladı ve ben ondan onayı alır almaz arkamı dönüp, kulüpten çıktım.

Gözlerim arada bir ona dönüyor, aynı zamanda lanet arabayı bulmaya çalışıyordum. Sonunda araba gözümün önüne geldiğinde, cebimdeki anahtarı Ariadne'yi bir saniyeliğine indirerek çıkarıp, kapıları açtım. Onu ön koltuğa oturttum, koltuğu biraz geri eğdim ve başını da yavaşça tutup, koltuğun başlığına yasladım.

Hızla kemerini takıp kendi tarafıma geçtiğimde, acıyla inledi ve gözünden bir damla yaş düştü. "Justin," dedi sonra. "Durdur şunu, lütfen."

On saniye içerisinde öyle çaresiz kalmıştım ki, elim ayağıma dolaşmıştı. "Güzelim," dedim hâlâ titreyen sesimle. "Eve gidiyoruz, tamam mı? Geçecek." Dizlerini kendine çekiyor, sonra geri indiriyor, elleriyle başına baskı uygulamayı kesmiyordu. Şu an çektiği acının büyüklüğü yüzünden anlaşılabilirdi.

Biradan olmuştu. Sikeyim. Gezegene geldiği üçüncü gün ne diye bira içirirdin ki zaten kıza?

"İçinden çıkarsa," diye mırıldandım dalgınca, aynı zamanda da kaza yapmamak adına yola odaklanmaya çalışıyordum. "Kusarsan geçer," dedim irileşmiş gözlerimle sesi kesilmiş Ariadne'ye dönerken.

Yüzünde hâlâ aynı ifade, gözlerinden sessizce yaşlar dökülüyordu. İçimin, parçalara ayrıldığını şu an çok net hissedebiliyordum.

Zaten kimsenin olmadığı yolda arabayı kenara çektim ve ona dönüp elimi karnının üzerine koydum. "Burası mı acıyor?" dedim sonra, sakin olmaya çalışarak. "Her yer acıyor," dedi ağzından kaçırdığı küçük bir hıçkırıkla birlikte.

"Tanrı'm, sen yardım et," diye tekrar tekrar mırıldandım arabadan inip, onu da indirirken. Üzerimdeki tişörte sıkıca tutundu ve onu ağaçların olduğu yere doğru sürüklememe yardımcı olmaya çalıştı.

"Pekâlâ, şimdi seni kusturacağım," dedim tek elime bütün saçlarını sığdırmaya çalışırken. Dizlerinin üzerinde duruyordu ve yere koyup güç aldığı kolları, kasılıyor, titriyordu. Siktir, nasıl bir şeyin içindeydi şu anda?

Daha fazla oyalanmadan iki parmağımı ağzının içine soktuğumda, çok da zorlanmadı. Daha ilk denemede derince öğürdüğünde, elimi çektim ve içinde ne var ne yoksa çıkarmasını rahatlayarak bekledim.

Derin bir nefes aldığında, yavaşça bana doğru dönmüştü. Gözlerinden hâlâ yaşlar akıyordu ama şu an kıvranmıyordu. "İyi misin?" dedim dikkatle gözlerine bakarken. "Acıyor mu hâlâ?"

Dudakları büzüldü ve gözlerinden birer damla daha yaş düştü. "Biraz," dedi daha sonra. "Ama önceki gibi değil."

Elinden tuttum ve arabaya kadar yürümesine yardım ettim. "Teşekkür ederim," diye mırıldandı ben ona kapıyı açarken. "Teşekkür mü?" dedim ciddi ciddi, inanamayarak. "Yardım ettiğin için," dedi o da ve arabaya bindi.

Hiç bir şey diyemeden, arabanın etrafında dolaştım ve sürücü koltuğuna oturdum.

Bir daha içkinin adını bile ağzına almayacaktı demek ki, buradan bu anlaşılıyordu. Neden vücudu böyle bir tepki vermişti alkole bilmiyordum ama, bir daha asla böyle bir acı çekmesini izleyemezdim.

"Eve gidip uyuyabilir miyiz?" dediğinde, ne zamandır içimde tuttuğumu bilmediğim nefesimi gözlerimi kapatarak, yavaşça verdim.

Öyle masum, aynı zamanda da öyle tehlikeliydi ki.

Hem çok tanıdıktı, hem de çok yabancı.

"Evet," dedim ve motoru çalıştırdım. "Uyuyalım."

👽

Allah'ım o yeni reklam ne öyle...
Etkisinden çıkamıyorum ve kızla shiplemekten kendimi alıkoyamıyorum dkmwldkw

şey, lütfen,
oy verir misiniz
bir de
yorum yapar mısınız

alien // bieberWhere stories live. Discover now