LU_106 ~~~ o günden sonra... ~~~

Start from the beginning
                                        

Ne konuşucam onunla bilemiyorum artık. Açtım kapıyı. Uçmuş Peter. Yerine bir şişe Jim Beam bırakmış. Hem de black etiket. Akıllı cinim benim. Bardak alıp doldurdum, biraz da su, gönderdim içime. Şişeyle bardağa sarılıp yattım yatağa. Kitabımı okumaya devam etttim.

Kadın doğum uzmanı bir arkadaşınıza, uzun zamandır torun bekleyen tanıdığınız bir ailenin biricik oğlunun hamile eşini gebelik takibi için gönderirsiniz. Her şey yolunda gitmektedir. Ultrason sonuçları, kan tetkikleri... Üstelik bebek, oğlan gözüküyor!

Doğum günü gelir. Ultrasonda herşeyi normal gözüken bebeğin bir bacağı dizinden, diğeri ise kalçasından itibaren yoktur. Doğumsal anomali yani. Aile sakat çocuğunu kucağına alır, gider. Bir kaç gün sonra da anne ve baba kucaklarında "Emre" bebekle sizi ziyarete gelir. Hiçbir şey konuşulmaz. Anne çocuğu emzirmek için yan odaya geçtiğinde baba yerinden kalkarak sarılır boynunuza, birlikte sessizce ağlarsınız.

Ona kendi hikâyenizi anlatırsınız. Eşiniz hamile kaldığında meslektaşlarınız dördüncü aydaki, ultrason tetkikine göre mutlaka kürtaj yapılmasını söylemişlerdir. O gün eşinizle birbirinize ağlayarak sarılmış ve ne olursa olsun çocuğunuzun doğumunu beklemeye karar vermişsinizdir. Beş ay sonra delici bakışlarıyla "Poyraz" sapasağlam kucağınızdadır. "Emre" için eksik kalan söz, "Poyraz" için gereksizce söylenmiştir.

Okuduğum bu bölüm çıldırttı beni. Bağırmaya başladım küfürler savurarak en ağırından. Avazım çıktığı kadar. Hepsi Ömer'in babasına. Sesim kısılınca, duvarları yumrukladım. Onlar da kanayınca, durdum. Neyse ki kafe kapalı.

Ama apartmandan kesin duymuşlardır. Sabri abiye şikayet etmeseler bari. O günden sonra, ruh gibi. Bazen geliyor bazen gelmiyor kafeye. Bütün yük Peter'in üstünde. Girip çıkarken hep onu görüyorum kasada, mutfakta, her yerde.

Çocuk okula bile gidemiyor doğru dürüst. Bizim yüzümüzden herşey. Kanamayan yeri kalmadı vücudumun bu güne kadar. İlk defa yumruklarım kanadı, vurmaktan duvarlara. Biraz sonra kapım tıkladı.

Dondum kaldım. Bu saatte, ne bu? Ben cevap vermeyince, açmaya çalıştı kapıyı. Kilitli olduğunu anlayınca, daha hızla vurmaya başladı kapıya. Anasını kim la bu. Korkarak kapıya dayadım kulağımı.

Sonra bunu niye yaptığımı anlayamadım. Mert mi geldi acaba? Alırım onun kokusunu ama kapıların bacaların ardından bile. Mert diil. Kim o, dedim korkarak. Benim, dedi. Ohh... Sabri abiymiş. Açtım kapıyı hemen.

" Bir şey mi oldu Can"

" Yok iyiyim abi"

" O bağırtıları duyunca korktum... Kusura bakma rahatsız ettim seni"

" Ne demek abi, kitap okuyordum da. Ercan Kesal'ın Peri gazozu delirtti beni birden"

" İnsan olan delirir bazen"

Adama bak ya. Beş kuruş istemeden beni konuk ediyor. Yedirip içiriyor. Ben delirip bağırıyorum gecenin bir yarısı. Oraları buraları yumrukluyorum. O gelip, insan olan delirir bazen, diyor. Bir de özür diliyor. Gözleri kızarmış gibi. İçmiş sanırım epey.

" Abi ne yapıyorsun sen bu saatte kafede?"

" Gidemedim eve. Kucağıma alınca kendi çocumu, bir tuhaf oluyor içim. Sımsıkı sarılıp ona, öylece kalıyorum. Evde içki içmem ben hiç. Köylüyüz, hanım izin vermez. Mert'te yok ortalarda. Arayamıyorum, ne diyeceğimi bilemediğimden. O da aynı durumda sanırım. Kaldım kapanınca kafede, içmek için"

Liseden ÜniversiteyeWhere stories live. Discover now