Kendin olabilecek misin? Sadece ve sadece kendin. Saf yalın doğduğun halin. Kabul etmekten korktuğun. Belki utandığın. Kendine bile göstermek istemediğin... Esas KENDiN olabilecek misin? Bu hikayede anlatılmaya çalışılan bu.... O anlaşılamayanın şii...
Ama gördüm sadece. Yokmuş gibi ondan uzaklara baktım, benimle konuşmaya çalışırken. Ben kaçtım o kovaladı. Derslerde hep yanımda oturdu. Teneffüslerde dışarı çıkmadım, o da. Ben hep sustukça, bazen o ağladı sarılıp bana.
Boymuma aktı gözyaşları sıcak sıcak. O günden sonra, ben hiç ağlayamadım. Kurudu gözlerim. Acıdı, yandı sadece. Dersler bitince doğruca kafeye, odama gittim. Kilitledim kapısını. Hafta sonları bile çıkmadım hapishanemden.
Sadece pencereyi açıp denizin kokusunu doldurdum içime. Seyrettim o mavi sonsuz güzelliği. Bazen açlıktan ölmeye yakın Peter'in yalvarmalarına dayanamayıp açtım kapıyı. Getirdiği yemekten iki lokma yiyince doyuyorum.
Sonra midem bulanmaya başlıyor. Bırakıyorum çoğunu. Tek önemsediğim şey dersler. Çalışıyorum deli gibi. Mert'in dersleri nasıl onu merak ediyorum. İyi olsa diye dua ediyorum. Hep ona dua ediyorum, kendi de iyi olsun diye.
Bazen bencillik edip bitirsek okulu birlikte, çekip gitsek buralardan diye dua ediyorum. Bazen de Mert, ben, Buğra ve tabi Ömer dördümüzü Londra'da birlikte yaşarken görüyorum. Ancak rüyalarımda tabi.
Cihan olmuyor o rüyalarda. Bir film izlemeye kalksam, bitiremiyorum. Çünkü filmde hoşuma giden güzel bir çocuk görsem, Ömer oluyor o hemen. Küfür edip kapatıyorum filmi. Bilgisayarı çarpasım geliyor duvarlara.
~~~
O günden sonra, bir ay dolarken hapislik ve tecrit hayatımda, uyandım bir Cumartesi sabahına. Kışa girdi İstanbul. Sıcak oda ama üşüyorum yapayalnız yatakta. Ne güzelmiş kucak kucağa sevdiğin biriyle uyanmak sıcacık, hatırladım tadını.
Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
Ama ben hak etmiyorum bu tatları artık. Ne beyaz kurdum Mert'i... Ne siyah kuzum Buğra'yı. Ne de kendi bembeyaz, gözleri maviş... Zaten kedim yok ki artık. Alıp sevemeden, ölüsünü verdiler kucağıma, minnoşumun.
Öğlen olduğunda yemek getirdi Peter. Bu defa açtım kapıyı hemen. Tepsideki instagram büyüsü gözlerimin de büyümesine neden oldu. Daha hâlâ tanışamadığım anneciği benim için mantı bükmüş sabahtan.
Öyle dedi Peter. Peter, pişirip, üzerine yoğurt, sos filân döküp hazırlamış hamaratça. Bırakıp gidince tepsiyi, nasıl daldım. Dibini bulamadım ama çoğunu yedim. Çok lezzetliydi. Akşam uğramadı artık Peter. Tek öğün ancak yiyebildiğimi bildiği için.
Ama hep eve gitmeden önce olduğu gibi, gece uğradı yine kafeyi kapadıktan sonra. Kapıyı tıklatıp, bir şey ister misin, dedi. Kapıya yaklaştırıp dudaklarımı, öptüm onu ve sabrını. Biliyorsun, dedim kapıyı açmadan, ne soruyorsun?
Sinirlendi, kapıya sanırım avuç içiyle vurdu. Bu tokat iyi geldi bana. Sonunda Peter'in sabrını taşırmayı da başardım ya, aferim bana. Biraz sonra, tekrar kapı tıkladı. Bıraktım kapının önüne, dedi. Annem de aramıyor hiç. Aramasın zaten.