Dolabın kapısını kapattığımda arkamı dönüp Toprak'a baktım. Hala aynı şekilde, gözleri kapalı uzanıyordu. Kararmaya başlayan hava odanın da daha koyu bir tona bürünmesine sebep olmuştu ve bu kısıtlı ışık bile Toprak'ın keskin yüz hatlarını saklamaya yetmiyordu.

Odadan çıkıp kapıyı arkamdan sessizce çektiğimde banyoya gittim ve elimdeki kıyafetleri kapının sağ tarafındaki lavabonun kenarına bıraktım. Lavabonun alt kısmındaki üç çekmeceli dolabın en üstündekini açtım ve içindeki havlulara baktım. Bunlar el havlusuydu. Bir alt çekmeceyi kendime doğru çektiğimde yan yana duran iki beyaz bornozla karşılaştım. Birinin yaka kısmında Man, diğerininkinde ise Woman yazıyordu ve yeni oldukları belliydi. İkincisini elime alıp lavabonun diğer tarafına koydum ve üstümdekileri çıkarmaya başladım.

Her şeyi çıkardığımda kenardaki boş sepete attım ve duşa girdim. Hafif ılık suyun altındayken ayaklarımın ne kadar ağrıdığını daha da hissediyordum, topuk kısımlarım zonkluyordu. Duşakabinin içindeki metal, üçlü rafın en üstünde bulunan şampuanı aldım. Kapağını açtığımda önce kokusuna bakmıştım. Alışkanlık gibi bir şeydi bu.

Duştan çıktığımda lavabonun kenarına koyduğum bornozu etrafa çok su sıçratmamaya çalışarak alıp vücuduma sardım. Suyun altında ne kadar durduğumu bilmiyordum, ama çok da umurumda değildi. Su uykumu getirmişti ve evdeki tek yatakta da Toprak uyuyordu. Şansımı salondaki koltuktan yana kullanacaktım.

Giyindikten sonra saçlarımı en alt çekmeceden çıkan tarakla taradığımda elimde bir yumak dolusu saç birikmişti, bu kadar dökülmelerinden nefret ediyordum.

Saçları çöp kutusuna attıktan sonra banyodan çıktım ve banyodan en az altı-yedi derece daha soğuk olan koridorla birlikte gülümsedim. Odanın kapalı kapısına gözlerimi kısıp kötü bir bakış attıktan sonra salona girdim ve kendimi koltuğa attım. Ya koltuk çok rahattı, ya da ben çok yorgun olduğum için öyle sanıyordum. Belki de ikisi de geçerliydi ve bunlar, zaten var olan uykumu kat kat artırıp gözlerimin kapanmasına sebep oluyordu. Koltuğun yastığını başımın altına alıp ıslak saçlarımı geriye attım ve gözlerimi kapattım.

---

Bir şey beni uyandırmıştı, bir gürültü. Gözlerimi mahmur bir ifadeyle açıp etrafı incelerken, uyuduğum bu farklı mekanla birlikte ağrıyan kaslarım beni karşılamıştı. Ah, bir de açık olan bir televizyon ve koltuğun diğer kısmında ayaklarını uzatmış oturan bir Toprak.

Ne zaman üstüme örtüldüğünü bilmediğim sarı çarşafı burnuma kadar çektim. "Şunun sesini biraz kısar mısın?"

Kanalları sırayla gezmeye devam ederken kumandanın soldaki tuşuna basıp sesi iki kademe düşürdü.

"Biraz daha." dedim çocuksu bir inatla. Sadece gözlerimin açıkta olduğu çarşafa bakıp başını tekrar televizyona çevirdi. "Dilini yutmuş sanki. Ben odaya gidiyorum. Madem sen buradasın, istediğin kadar açabilirsin sesini. Odada uyuyacağım." dedim kötü kötü bir televizyona, bir kendisine bakarken.

Üstüme örttüğü çarşafı peşimde sürükleyerek ayağa kalktım ve salonun kapısını açtım. "Saatten haberin var mı?" Bu sözü üzerine dönüp tek kaşımı kaldırarak ona baktım.

"Yok. Uykum olduğundan haberin var mı?"

"Yok. Saat 9:30."

"Daha erkenmiş." diye mırıldandım. Uyandırılmanın verdiği sinirle, sırf inat olsun diye bütün gün uyuyabilirdim. Sadece inat için.

"Kahvaltı hazırlamaya ne dersin?" Hah, hem televizyonun sesini sonuna kadar açıp beni uyandırmış, hem de kahvaltı hazırlamamı bekliyordu. Tekrar konuşup sesi düşüncelerimi böldüğünde kaşlarım havaya kalkmıştı. "Yardım edeceğim ufaklık."

"Şaşırtıcı. Kabul ediyorum." dedim pelerin gibi arkamdan sarkan sarı çarşafı koltuğa bırakırken.

Kıkırdadığında yapmacık bir sinirle ona baktım. "Bu fazla kolay oldu." dedi koltuktan kalkarken.

"Kolay olan ne?"

"Çabuk pes ettin." Yanıma gelip durdu. "Kapıda dikilecek misin?"

Açık olan kapıyı biraz daha açarak koridora çıktım ve geçmesi için yer verdim. Gelmiyor musun der gibi baktığında ise "Önce yüzümü yıkayacağım." deyip umursamazca banyoya girdim ve kapıyı kilitledim.

Suyu açtığımda birkaç saniye öylece durup aynada kendime baktım ve gerçek anlamda dehşete kapıldım. Saçlarım tel tel olup kabarmıştı yukarı doğru duruyorlardı. Ellerimle dizginlemeye çalıştıktan sonra üst kısmını biraz olsun normal hale getirebilmiştim. Bileğimdeki tokayı açık kahverengi saçlarıma dolayıp yukarıdan bağladığımda kabarıklığını giderememiş, aksine gizlemiştim.

Önemli değil, diye düşündüm. Yapacak bir şey yoktu, şampuandan kaynaklanıyor olabilirdi ve bu, sorunların en sonunda bile yer alamayacak kadar küçük bir detaydı.

Yüzümü yıkadıktan sonra yaşadığım ferahlıkla mutlu olurken çekmeceden çıkardığım bir el havlusuyla hafifçe kuruladıktan sonra lavabonun hemen yan tarafında duran ikili kancadan soldakine asıp dışarı çıktım.

Mutfağa girdiğimde Toprak sandalyelerden birine oturmuş, öylece bana bakıyordu. "Efendim?" dedim onu görmezden gelip buzdolabının kapağını açarken. Anlamsız bir derinlik barındıran mavi gözlerine çok uzun süre bakmayı kaldıramamış gibi, onlardan başka her yere bakıyordum.

Buzdolabının içindekileri inceleyip elime gelen kahvaltılıkları tezgahın üstüne koydum ve dönüp iki saniyeliğine tekrar ona baktım. "Bir sıkıntın mı var Toprak? Neden öyle bakıp duruyorsun?" Gözlerimi iki saniyenin sonunda tekrar buzdolabına çevirip yumurtalıktaki yumurtaların üzerindeki damgalara baktım. Son kullanma tarihlerine daha bir ay vardı. İki tanesini elime alıp tezgahın üstüne bıraktım.

"Seni izlemek hoşuma gidiyor. Gözlerini kaçırıyorsun ve bu, komik."

Gözlerimi anlamsız yavaşlıkta buzdolabından çekip onun gözlerinin içine, o mavi çukurlara baktım. Gözlerimi meydan okur gibi gözlerinden ayırmamaya devam ediyordum.

"7 saniye kuralını bilir misin ufaklık?"

"Ha?" Bunu duymamıştım.

Oturduğu sandalyeden gözlerini bir an bile olsun gözlerimden ayırmadan kalktı ve tam karşıma geldi. "7 saniye. Birine 7 saniye boyunca bakıyorsan..." İşaret parmağını yanağımda gezdirmek için durdu ve yüzüme düşen bir tutam saçı kulağımın arkasına itti. "İki seçenek vardır."

Yutkunmamak için kendimi zor tutarken konuştum. "Neymiş?"

"Ya karşındakini öldürmek istiyorsundur..." Baş parmağını elmacık kemiklerimden dudaklarımın tam yanına kadar getirdi. "Ya da öpmek."

Nasılsınız? Size kısacık bir sorum olacak.

Bir okuyucum Melodi'nin dış görünüşünden hiç bahsetmediğimi söylediğinde bunu aslında sizin zihninizde yarattığınız biri olması için yapmadığımı söyledim. Bir de size sorayım dedim, Melodi'nin dış görünüşünden bahsetmeli miyim, yoksa bu zamana kadar olduğu gibi devam etmeliyim? Bu paragrafa yorum yaparak bu konudaki görüşlerinizi benimle paylaşabilirsiniz. Çoğunluğa göre karar vereceğim.

Ve bir de tatlı tatlı bir bilgilendirme. Bundan sonra her bölümü isteyen bir okuyucuya ithaf edeceğim. Bunun için de buraya yorum yapabilirsiniz.

Görüşmek üzere!

GÖLGEWhere stories live. Discover now