Episode 2| Frustrations

3.3K 163 14
                                    

Episode 2| Frustrations

Tiffany

Klinikten çıktığımızda serin havayla beraber kendime geldim. Phoebe, girmediğim terapilere bir yenisini daha eklediğimi duyunca sadece kızacaktı ama tanımadığım biriyle terapiden kaçtığımı duysa çileden çıkardı. Eh, tabi ki bunu ona söylemeyecektim. Zaten bir daha görmeyeceğim biriyle de kolayca sır tutabilirdim.

Bir seksen civarlarında bir boya sahip olduğu için, sadece çenesine geliyordum. Bir erkeğe göre uzun sayılabilecek kirpikleri, benim rimelsiz kirpiklerimden daha uzundu ve bu uzun kirpikleri, elaya yakın gözlerini çevreliyordu. Tek kulağında olan gümüş küpe, yeni çıkmaya başlamış sakallı yüzüne ve stiline farklı bir hava katıyordu. Kolunda o kadar çok dövme vardı ki vücudunun başka bir yerlerinde de dövme olduğunu anlamamak aptallık olurdu. Siyah üçlemesi –bilirsiniz, siyah deri ceket, siyah tişört ve siyah pantolon- yapmıştı ve tek eksiği bir Harley Davidson motosikleti ile botlarıydı. Şu an tüm bu siyah üçlemesi, dövme ve küpe olayı, serseri betimlemesine yakın olsa dahi serseri denemeyecek kadar düzgün ve şekilli bir suratı vardı.


Etrafımıza bir süre ne yapacağımızı düşünerek boş boş baktıktan sonra konuştum.

"İleride Kaffeine var, eğer istersen oturup bir şeyler içebiliriz."

Başıyla onayladıktan hemen sonra ela gözleri etrafına bakındı. Buraları bilmediği barizdi.

"Nerede olduğunu bildiğini umuyorum? Kaybolmak istemem."

"Evet, yerini bilmiyorum." dedikten sonra gözlerimi devirdim. 

Arsız bir sırıtış yüzünü kaplarken omuz silkip Weymouth Caddesi'ne doğru yönelen adımlarımı takip etti. 

"Bu arada, ben Vincent." diye kısa bir cevap verdiğinde bu ismi bu kadar tanıdık kılan şeyin ne olduğunu düşünüyordum. Bulduğum tek mantıklı cevap James Vincent Mcmorrow'du, Wicked Game şarkısını bu kadar güzel yorumlayan bir sanatçıyla isminin aynı olması ne kadar güzeldi.

"Tiffany." Diye adımı tekrar ettim ve İngiliz subayı George White'ın at üzerindeki metal heykeline kadar hiç konuşmadık. Ben, Friends dizisinde Rachel ve Ross'un arkada Wicked Game çalarkenki müze buluşmasını düşünüyordum. Onun ne düşündüğüne emin değildim.

En sonunda sessizliği, heykeli geçtikten hemen sonra Vincent bozdu.

"Kendini anlatmak ister misin? Yapmak isteyip de yapamadığın şeyleri, hayallerini veya da falan."

All Sounds Kilisesi'nin orada, dedikleri üzerine duraksayıp ona döndüm. Diyeceklerimi bekleyen suratı tepkisizdi. Tüm yeme bozukluğu, intihar düşüncelerimi anlatma isteğimi bastırmaya çalışırken o tereddüte düşmüş yüz ifademi görüp omuz silkti. "Bir daha görüşmeyeceğiz sonuçta, yalan da söyleyebilirsin." 

Dedikleri ikimizi de gülümsetirken "Her saçma şeyde yanaklarım kızarıyor. Karanlıktan gerçekten korkuyorum ve kapalı alanlarda bulunmaktan hoşlanmıyorum. Küçüklükten gelen bir gökkuşağı takıntım var. Amerika'ya hiç gitmedim, gitmek isterdim ama o cesarete sahip olduğumdan emin değilim. İnançlı biri sayılmam ve bir de, anksiyete krizlerimi kontrol altına alamadım ancak en yakın arkadaşım her şeyin yolunda olduğunu sanıyor."

Gülümseyerek beni dinlerken tekrar yürümeye başlamıştık.
"Karanlıktan korkmuyorsun." Diye emin şekilde konuştuğunda çıldırmış gibi ona baktım ama o oralı değildi.  "Yalnızlıktan korkuyorsun." Dedikten sonra bana kaçamak bir bakış atıp devam etti. "Eğer seninle birlikte sevdiğin birisi karanlık bir ortamda olsaydı, yine de korkar mıydın?"
Cevap vermedim. Haklıydı ama yine de cevap vermedim. Üvey annemin dolaba kilitlediği zamanları hatırlamak istemiyordum, bunun üzerine konuşmak nefesimi kesiyordu.
Ona bakmak için başımı hafifçe yukarı kaldırdım. Sonbahara fazla olan güneş, gözlerimi kısmama neden oluyordu.
"Pekala, sıra sende." Diyerek dediklerini geçiştirdiğimde Doktor Humphries'ın binlerce seansından çok daha iyi hissettiğimi fark etmiştim.

Laughed to Life • Zayn Malik | (UNEDITED)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin