8.Bölüm • Karanlık Gölgeler

9.8K 875 271
                                    

3 Gün Sonra

Ordu, Lordhor Sarayı'na yakın olan birkaç köyü ve şehri işgal etti. Halk tüm bu olanlara karşı savunmasız kalktı. Bir adam karşı koymaya çalıştı ancak kellesi gitti. Şimdi ise binlik bir ordu, en önde Komutan Remtha ve Sergei olmak üzere sahilden geçiyorlardı. Sahilden geçtikten sonra sarayda olacaklarını biliyorlardı ve şu anda bile sarayı görebiliyordu Sergei. Predezia Sarayı'ndan yalnızca biraz daha küçüktü.

Arkalarında üç bin asker bırakmışlardı ve şu an bin süvariyle birlikte saraya gidiyorlardı, daha doğrusu atlarıyla birlikte dörtnala koşuyorlardı. Orayı da kuşatacaklardı. Tehdit edip Kral Lev'i alacaklardı.

Sergei nefes nefese kalmış bir durumda, yanında at süren Komutan Remtha'ya baktı. Onun da terleri tıpkı Sergei gibi alnından aşağıya doğru yol alıyordu ve koyu sarı saçları, rüzgârdan dolayı geriye savruluyordu. Esmer boynu açığa çıkıyordu.

Sergei tekrar önüne döndü ve saraya yaklaşırken gerilimi iyice arttı. Nefesini tutup boz beygirinin dizginini daha sıkı tuttu. Denizin kıyısından geçtikleri için tuzlu deniz suyu, sert at nallarından onlara fışkırıyordu. Sular, onları yalayıp geçiyordu.

Bu kadar özgüvenli bir şekilde, yalnızca bin askerle oraya gitmelerinin nedeni Lordhor Savaşçı Binası'nın Lordhor Sarayı'nda olmadığını bilmeleriydi. Bunu biliyorlardı ve bu yüzden kendilerinden emin davranıyorlardı. Yani saldırı esnasında Ohandon'un yanında savaşçılar olmayacaktı. Gerçi saldırmayacaklardı. Eğer majestelerini vermezlerse saldıracaklardı. Bunu hak ediyorlardı aslında. Tüm şehirleri yakıp yıkmayı... Ama diğerlerinin ne suçu vardı ki?

Sergei, aklına takılan bunca saçma düşünceyi kafasının bir kenarına itip irkilen insanlara göz gezdirdi. Pek bakamadı çünkü beygiri son hızda koşuyordu. İnsanları öylece görebiliyordu. Henüz yaz olmamıştı ama Lordhor, yazı çabuk getirmiş olmalıydı, hava epeyce sıcaktı. 

İçi gerilimle doluydu. İlk defa Lordhor'a böyle bir şey yapacaktı. İttifak devletiydi onlar. Ama artık değil, diye düşündü. Artık ittifak falan yok ortada.

Avluya ulaştıklarında saray kapısının kapatıldığını gördüler. Elbette kapatırlardı. Kapatmamaları imkânsızdı. Sabaha kadar burada durabilirlerdi. Pes etmeyeceklerdi. Onlar savaşçıydı.

Süvarilerle beraber öndeki Remtha ve Sergei de durdu. Koskocaman kapı kapatılmıştı ve bunun onları durdurabileceğini mi sanıyorlardı? Onlar Predezia'lıydı. Onları hiçbir şey durduramazdı. Bu büyük bir kavgaydı ve bu kavgada yenilmeye hiç de niyetleri yoktu.

"Şimdi ne olacak?" diye sordu Remtha, Sergei'ye bakarak. Doru kısrağının dizgini kendine doğru hafifçe çekerken atın üzerinde sendeledi. Bu sırada sırtındaki sadağın ince deri kumaşı rüzgârda hafifçe uçuştu.

"Bekleyin," dedi ve arkasındaki öncü birliğe göz attı. Oklu insanlar ona bakıyordu. Herkes ondan bir şeyler yapmasını bekliyordu. Kimseden çıt bile çıkmıyordu ama gözleri ne demek istediklerini ele veriyordu. Sergei son sesiyle bağırarak konuştu: "Kapıyı açın, aksi takdirde yalnızca burayı yerle bir etmekle kalmayıp şehirleri ve köyleri yakıp yıkacağız! Askerlerimiz her yeri kuşattı."

Kuş cıvıltılarından başka ses yoktu.

Ama büyük sessizliği bölen şey büyük kapının gıcırtısıydı. Kapı yavaş yavaş açılırken Sergei zafer kazanmışçasına Remtha'ya baktı. Hafifçe gülümsedi ve bakışlarını, açılan kapının ardına dikti. Ciddi olmak adına gülümsemesini soldurdu. Koca avluda pek kimse yoktu, Ohandon hariç. Ohandon tamamen bordo ve kahverengi giyinmiş bir şekilde, tam avlunun ortasında dikilmişti. Bakışları Sergei ile karşılaştığında çenesini kaldırdı ve yeni yeni çıkmaya başlayan sarı sakallarını daha fazla açığa vurdu. Kadife, bordo pelerininin büyük başlığını kafasından attı.

ÖLÜMCÜL TUTKUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin