Prologue

10.6K 219 33
                                    

HİKAYE ŞU AN UNEDITED HALİNDEDİR. HAYRAN KURGUDAN GENEL KURGUYA GEÇİŞ İÇİN KARAKTER İSİMLERİ VB. ÇOK FAZLA ŞEY DEĞİŞTİRİLMESİ VE GENÇ KIZ KURGUSUNDAN ÇIKARILMASI İÇİN REVİZASYONUNA BAŞLADIM ANCAK HENÜZ BİTMEDİ. 


Prologue

Tiffany

Televizyon açıktı ama dinlediğimden emin değildim. Telefona arada sırada bakıp iç çekiyordum ki yaklaşık iki saattir yaptığım tek şeyin bu olduğunu rahatlıkla söyleyebilirdim.

İlk başlarda ağlayarak karşılık verdiğim mesaja olan tepkim, saatler ilerledikçe kendime yönelik bir nefrete dönüşüyordu. Sevgilimin, ki sanırım artık eski sevgilimdi, artık yapamadığını ve çok bunaldığını söyleyen mesajına "Haklısın." demiştim, çünkü haklıydı. İki buçuk yıl olmuştu ve bu süreçte hayatımdaki en büyük destekçimdi ancak anlıyordum, birilerine hem babalık hem abilik hem hasta bakıcılık yapmak bunaltmıştı, normal bir ilişki istiyordu. Bu cevabım çocukluk arkadaşım ve aynı zamanda ev arkadaşım Phoebe'yi fazla öfkelendirmişti ancak öfkesini bana yansıtmamak için elinden geleni yapıyordu.

Çalan kapıyla sümüklü peçete kolonime veda edip kapıyı açtığımda iki poşet yüksek kalorili şeyi taşıyan ev arkadaşıma gülümsemeye çalıştım.

Karamelli çikolatalardan birini bana uzatıp mutfağa poşetleri bırakmaya geçerken onu takip ettim. İhtiyacım olan bunlar değildi, ilacımdı. Rafta duran ilaç kutumun içinden bir tane hap alıp kendime su doldururken Phoebe'nin "Umarım Doktor Humphries, bu antidepresan ilaçlarına bağımlılık hakkında birkaç şey biliyordur." dediğini duydum ve bir şey belli etmemek adına gülümsemeye çalışarak kısık sesle "Anksiyolitik." diye düzelttim. Gözlerini devirerek sorunun bu olmadığına işaret etmeye çalışsa da ben tepki vermediğimde zorlamadı.

Yıllardır terapistim olan Stephen Humphries, ilacımın dozunu düşürmüştü ve en sonunda da kullanmamı bırakmamı söylemişti. Uzun zaman önce. Görüldüğü gibi yapmamıştım çünkü tüm o anksiyete krizleri, ilacı bıraktığım için oluşan yoksunluk krizi ile birleştiğinde dayanılmaz bir hal almıştı ve üstesinden gelememiştim.

"Elbette her şeyin farkında Phoebe, kontrol ediyor düzenli olarak." dedikten sonra inandırıcı olsun diye dalga geçer bir ses tonu ile ekledim. "Ayrıca ben bağımlı değilim, sadece kullanma ihtiyacı çektiğim zamanlar bir bağımlınınki kadar çok." 

Phoebe gözlerini devirirken acımsı tadına alışkın olduğum hapı dilime koyup bir yudum suyla içtim. Bana inanmış bir şekilde aldığı eşyaları yerleştirmeye başlayan Phoebe'yi izlerken üzülmüştüm. Ona -ve hatta hayatımdaki herkese- yalan söylüyor olmak suçlu hissettiriyordu ancak yapabileceğim bir şey yoktu, bu ilaçlar benim hayatta kalmamı sağlıyordu. 

Anne-baba boşanmasını, annenin intiharına şahitlik etmeyi, üvey annenin aşağılayıcı davranışlarını, evden kaçmayı aradan uzun zaman geçmiş bile olsa aşamamak benim suçum değildi. Dram filmleri için saydığım şeylerden bir tanesi yeterliyken, ben bir insanın kaldırabileceğinden çok fazla şeyi çok küçük yaşta yaşamıştım. Bir tek dramatik terk edilişim eksikti, bununla birlikte seriyi tamamlamıştım bence. 

Bu buruk anılar tekrar zihnime dolarken dolu gözlerimle yutkundum ve sonra da Nick'in beni terk ettiğini hatırlayarak histerik bir şekilde güldüm. 

Phoebe bana endişeli bir bakış atıp çalan telefonunu açtığında Bir Milyonerin İlk Aşkı filminde olduğu gibi ağır bir hastalığa sahip olup ölme dramasını az önce saydığım listeye dahil etmediğimi fark ettim. Phoebe, sevgilisi olduğuna emin olduğum kişiyle telefonda konuşurken -çünkü ne kadar benim için endişeli olsa da dudaklarının kıvrılmasını engelleyemiyordu- ben aklımdan neden Kore dramasını geçirdiğimi sorguluyordum. Hayatımda izlediğim ilk ve muhtemelen son Kore'ye ait bir şeylerdi. Bir şekilde kaba geliyordu konuşulanlar, tıpkı Almanca gibi.

İç çekerek, beynime dolan karışık seslerden uzaklaşmak için vücuduma yayılan rahatlıkla, içi çikolata dolu poşeti hiçbirini yemeyeceğimi bildiğim halde alarak salona geçtim. Duyup anlamlandırabildiğim tek şey "Sahte randevu." oldu.

*

Vincent

"Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsunuz? Aldattı beni diyorum!" diye sinirle söylendim bininci defa.

Karşımdaki koltuğa yan yana oturmuş tepkisizce beni izleyen üçlüye baktıkça daha da sinirleniyordum. Yanımda duran saldalyeye attığım tekme ile sandalye ileriye sürüklenirken, boş olan tekli koltuğa oturdum.

Sandalyeye vurmamla çıkan seslere gelen Colin, telefonun ahizesini eliyle kapatarak

"Sadece, ben gelene kadar kendisine zarar vermesini engelleyin demiştim, çocuklar." diye uyardı.

Kendime zarar verecek kadar psikolojim bozulmadı, Tanrı aşkına.

Sanki on dört yaşında bir ergen gibi bunun dünyanın sonu olduğunu düşündüğümü falan sanıyorlardı. Beni aldatması dünyanın sonu değildi ancak dünyayı toz pembe de görmüyordum. Yaşadığım yoğun öfke ve hayal kırıklığı denizinde boğulmak üzereydim.

"Ben kendime zarar vermedim. Sadece sandalyenin durduğu yer yanlıştı, onu doğru yere ittim." diye mırıldandım.

Colin gözlerini devirerek odadan çıkarken Harry ve Louis, oturduğum koltuğun iki yanına oturdu beni kontrol etmek amacıyla.

Arkamda herhangi bir yakın temas içinde olduklarından şüphelendiğim için arkamı dönmedim. Biseksüel olduklarını bize açıklamamış olsalar da öyle olduklarını hepimiz biliyorduk. Gerçi bir noktada, açıklamaları da gayet mantıksızdı çünkü ben de heteroseksüel olduğumu açıklamamıştım. 

 James'in bana acır gibi bakan mavi gözlerine odaklandığımda aldatılmış olmanın beni ne kadar da bilge yaptığını düşünüp az önceki toplumsal cinsiyet yanılması konuşmamdan ötürü kendimle gurur duydum. Muhtemelen Judith Butler da gurur duyardı.

"James, bana öyle bakmayı kesmezsen az önceki sandalyenin durması gereken yer senin karın boşluğun olur."

James beyaz dişlerini sergileyerek güldükten sonra kısık sesle "Öfkeni bize yöneltmene gerek yok." Dedi.

Colin içeriye tekrar girip bu defa James'in yanına otururken, suratındaki garip gülümsemeyle konuştu.

"İki gün sonra bir kız ile tanışacaksın."

"Medyum Colin! Lütfen ekonomik sıkıntıya gireceğim mi onu da söyle!" diye yapay bir heyecanla söylendim.

Colin her-şey-çok-güzel-olacak bakışlarını bana diktiğinde başımı onaylamazca salladım çünkü bu daima hayatını-olduğundan-daha-da-berbat-hale-getireceğim anlamına geliyordu.

"Ben ciddiyim Vincent. Bir randevu ayarladım sana."

Selaam! Bu Laughed To Life ve ben de Buse. jshjkfhsk Her neyse, daha önce Facebook'ta iki sayfada yayınlamıştım.  Daha önce çalıntı şekilde de Wattpad'e yüklemişler neyse ki kaldırdık, her neyse umarım beğenirsiniz. :) Yeniden düzenleyerek koyacağım, kısaca bölümler hazır sadece ilginizi bekliyor. :)

Laughed to Life • Zayn Malik | (UNEDITED)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin