"Bay ve Bayan Moore, size yeteri kadar uyardığımı hatırlıyorum." Dedi siyah saçlı olan adam. Arkasında benim buradan göremediğim birilerine işaret ediyordu. Tam neler olduğunu bir kez daha soracaktım ama içeriye koşarak giren birkaç adam buna engel oldu. "Yukarıdaki eşyaları da alın, masayı da, onları da götürün," dedi ifadesiz ses tonunu korurken. Annemle babam onları bileklerinden yakalayan adamlara karşı koymaya çalışırken yanlarına koştum ve adamları onlardan ayırmaya çalıştım.

"Bırakın onları!" Dedim yüksek bir sesle. Ne olduğunu anlamadan arkadan bir çift kol bileklerimden tuttu ve beni onlardan uzaklaştırdı. Gözlerim dolmaya başlarken adamın ellerinden kurtulmaya çalışıyordum. Birkaç adam merdivenden ellerinde küçük eşyalarla inerken annemin bileğine kelepçe takılmasına şahit oldum. Daha fazla tutamadığım göz yaşlarım yanaklarımdan akarken hala adamdan kurtulmaya çalışıyordum. Aynı şekilde adamlar babamın bileğine de kelepçeyi takarken birkaç adam az önce babamların oturduğu masayı yanlarından tutarak kaldırdı ve tabakların yere düşüp kırılması duyduğum son şeydi. Büyük kırılma sesiyle yerimde sıçrarken ne zaman kapadığını hatırlamadığım gözlerimi açtım. Refleks gibi derin bir nefes verdim ve etrafıma baktım. Steven'ın odasından başka yerde değildim. Başımı iki yana sallayarak kendime gelmeye çalıştım ve yattığım yatakta doğruldum. Çok sık kabus görmediğim için neler olduğunu anlamam uzun sürmüştü. Gerçi sabahları genel olarak sahip olduğum bir salaklık vardı ama onu saymıyordum. Yatakta iyice doğrularak aynı rüyadaki gibi bacaklarımı yataktan sarkıtıp ayaklarımın yerle birleşmesini izledim. Buradaki tek fark yerde halının olmasıydı. Kafamı iki yana yavaşça salladım ve ayağa kalktım. Yatağı toplamaya üşenerek baş ucunda duran telefonumu tek elimle kavrayıp düğmesine bastım ve karşıma çıkan ekranda saate baktım. Saatin bir buçuk olduğunu görünce rahatlayıp Steven'ın odanın en köşesindeki koltuğuna fırlatılmış gri renkli hırkasını giyerek telefonumu hırkanın cebine attım. Yavaş adımlarla odanın kapısına yürürken koridordan gelen sesleri dinliyordum.

"David, kaldır biraz daha," kapı kolunu tutup kendime doğru çektim ve zaten hafif aralık olan odanın kapısını açtım. "Tamam, dikkatli ol, yeniden kırma." Uykulu gözlerimi iki elimin yardımıyla ovmaya başlarken koridorda yürümeye başlamıştım. Merdivenin başında iki tane adam iki taraftan uzun ince gazeteye sarılı olan şeyi dikkatle taşıyorlardı.

"Neler oluyor?" Dedim adamlara yaklaşırken. Biri daha küçük, o adamın yanında çaylak gibi kalıyordu, benim sesimi duyunca irkilmişti.

"Odadaki camı taşıyoruz, bayan." Artık Steven'ın odasında kalmayacağımı anlayınca yatağımın sıcaklığını hissettim. Kendi yatağım gibisi yoktu açıkçası.

"Ah, pekala," başımı sallayarak merdivene ilerledim. "Kolay gelsin," adamın teşekkür ettiğini duyar gibi oldum ama umursamadan aşağı inmeye başladım. Heath'in tek kişilik koltuğa yayılmış halini görünce gözüm diğer koltuğa kaydı. Caroline bacaklarını altına kıvırmış sol kolunu koltuğun koluna dayamış başını da eline yaslamış televizyona bakıyordu. Beni asıl şaşırtan Caroline'ın oturduğu üçlü koltukta iki kişilik yerin boş olmasına rağmen diğer iki kişilik koltuğun ucuna oturan Matt'ti. Bu ikisinin arasında bir şey vardı ve bizden gizliyorlardı. Caroline'ın habersizce okuldan çıkmasından sonra aralarının bozulduğunu anlamam uzun sürmemişti. Tekrar okula dönmeyip evde bizi bekleyeceğini söylediyse de ne yapacağını söylememişti ve ben bir sorunu olduğundan şüpheleniyordum. O sorunun Matt ile alakalı olabileceği yüksek ihtimaldi çünkü Matt aynı zaman içerisinde okulda değildi ve ne olduysa ondan sonra olmuştu. Ayrıca Caroline hiç beklemediğim bir zamanda iş buldum diye gelmişti ve ondan şüphelenmemem imkansız hale geliyordu. Ne yani, hiç bir şey yokken birden iş bulması çok mu normaldi sanki? Elbette reddetmemiştim çünkü bu işe her şeyden çok ihtiyacım vardı ayrıca Andrew bile bana yardım edemeyeceğini söylemişti. Annem o günden beri aramamıştı ve ben işlerin daha kötü olmasından korkuyordum. "Günaydın çocuklar," dedim dalgın bir şekilde. Teker teker cevapları aldığımda yavaşça mutfağa yürüdüm. "Steven yok mu?" Dedim geniş meyva tabağının içinden bir yeşil elma kaparak.

Farklılıklar |DEVAM ETMİYORWhere stories live. Discover now