🌏 0.3 coffe

5.7K 415 93
                                    

Elimdeki kahve bardağının yılbaşına özel tasarlanmış rengarenk kabartmalı kısmının üzerinde gezdirdiğim parmağımı seyrediyordum.Kolumdaki saate bakmayı reddediyor olsam bile saniye ivmesinin her bir hareketini fark ediyordum ve bunun için kendime kızmadan edemiyordum.

*Gelecek.Biliyorum.Onun gibi cimri adamlar parasını almak için bile olsa gelir.* diyerek kendimi avutmayı bırakalı bir saatten fazla olmuştu.Ama gelmeyeceğini kabullenip kalkıp gidemiyordum da,pes etmek gibi bir kelime benim lügatımda bulunmadığından ve keçi gibi inatçı olduğumdan bu kahve dükkanı kapanana kadar burada bekleyecektim.Gelmezse kendi ayıbıydı,sonuçta benmi yapacak daha iyi bir işim yoktu.

Evimi temizleyip,yaklaşık otuz tane koliyi yerleştirmek ve öğrenci değişimi ile geldiğim üniversiteye belgelerimi teslim edip,kitaplarımı almak dışında.Bunları enerjik bir ruh haliyle halletmek istediğimden ve bütün neşeli pozitivitemi sabahın köründe kalkıp buraya gelerek harcadığımdan,bu cam kenarındaki yuvarlak iki kişilik masada oturup öylece gelip geçen insanları izlemek şimdi daha kolay geliyordu.

Önümde Fernando Pessoa'nın Anlamaktan Yoruldum* isimli kitabı iki kez baştan sona okunmuş halde yorgun bir şekilde bana bakıyordu,kahve bardağımın dudağıma temas eden kısmındaki şeftali tonlarındaki rujumun izine baktım.Kim bilir kaç kere öpmüştüm bu aşık olduğum caramel macchiato tadını almak için,bu basit bardağı,kaç farklı dudak izi vardı bilmiyordum ama ruj izimin bardaklara bulaşmasından garip bir haz alırdım.Ruj izini fark ettikten sonra her zaman yaptığım gibi dudaklarıma götürdüğüm kahve bardağından,daha önce aldığım bir yudumun tam üstüne denk getirmeye çalıştım dudaklarımı,yaramaz bir çocuk gibi etrafı kolaçan edip kimsenin fark etmediğinden emin olduğumda kendi kendime gülümsedim.

Normal bir insan olmadığımı biliyordum,ama bu değişikliğin beni anormal derecede özel kılmadığını da bilecek kadar sıradan birisiydim.Sürekli bekleyen,en çok da gelmeyenleri,sürekli seven,en çok da sevilemeyecekleri,ve sürekli arayan,hiç bulunamayacakları.

Beklediğim kişinin gelmeyeceğini hissettiğim en umutsuz anda bile,kendimi karanlık bir dibe vurmuş hissetsem dahi,umutsuzluktan nefret ettiğim için inadıma tutunup beklemeye devam ederdim,kahvemi sevmeye devam ederdim,ve bu ülkede de bulamayacağımı bilsem de aramaya devam ederdim yaşamımın anlamını.

Parmak uçlarımda hissettiğim bardağın çam ağacı kabartmasının verdiği hissin hoşuma gitmesiyle gülümsüyordum.Hiçbir şey beklemeden ve hiçbir şey düşünmeden acelesizce oturuyordum.Bu dünyada yapmayı en sevdiğim şey böyle acele etmeden,öylece durmak ve yaşamın basitliğini hissetmekti,sanırım.Yüzümdeki gülümsemenin daha da genişlemesi,kitapta az önce okuduğum bir kısmı hatırlamamın sonucuydu.

'Belki de sevecek başka bir şeyim olmadığı için seviyorum bütün bunları.Hiçbir şey ruhun sevgisini hak etmediği halde duyarlılığımızdan ötürü bir şeyleri sevmek zorunda kalıyorsak,ben yıldızların azametli aldırışsızlığına gösterdiğim sevgiyi aynı şekilde mürekkep hokkasının küçüklüğüne de gösterebilirim.'

Görüşüm tamamen kitaba odaklanmışken bulanık arka planda sarı bir taksinin kafenin önündeki pastel tonların aksine parlayarak uzaklaşmasının yanında,karşımdaki ahşap sandalyenin yavaşça geri çekilmesini gördüm,sakin ve porselen kadar beyaz,damarlı bir el tarafından.

Karşımdaki kişinin o olabilme ihtimaline,ona benzeyen minicik bir parçasını görmemle,kalbimin kıvranmasını tüm vücudumda hissederek tutundum.İçimde bir parçam,kalbimin kırılması ihtimaline karşın duvarlar örmeye başlamıştı bile,o değilse üzülmeyeceksin,diyordu ruhumun bir kısmı kendi kendime.Ama coşkuyla atan kalbimin geri kalan kısmı o kadar güçlü ve büyüktü ki,üzülüp üzülmemeyi umursamayarak bulanık arkaplanda saatlerdir hayalini kurduğum ve nasıl olacağını düşlediğim bu sahne,benim düşündüğümden çok daha güzel olunca dudaklarımdaki kıvrılmayı düzeltemeden,gülümseyerek ona bakmaya devam ettim.

Blue Morn ☁ mygWhere stories live. Discover now