Adsız Bölüm 12

247 42 12
                                    

EDİZ'DEN...

Gece uyuyamadım. Sabaha karşı evden çıktığımda arabayı oraya doğru sürdüm. Uçurumun kenarına. Daha sonra yarım saat kadar gözlerimi kapattım. Bir anda oluşan bir istekle ilk taksi durağını sonra onu aradım. Beklediğim gibi konuşmaya başlayınca ben de onu susturmak istedim. Benim söylediklerimden sonra en azından tamam demesini beklerken kulağıma gelen "dıtt dıtt" sesiyle gülmeye başladım. Yarım saat sonra taksi önümde durdu ve içinden bir adet duman çıkaran Bacaksız Şeytan çıktı. Siyah ve mavinin ağırlıklı olduğu bir tayt ve beyaz renkte düz yarım kollu bir tişört giyinmişti. Üstünde kalın renkli bir hırka vardı. Ve mavi spor ayakkabıları vardı. Sırtında ise siyah bir sırt çantası. Saçlarını gevşek bir atkuyruğu yapmış. Altını ise değişik bir şekilde örmüştü. Gözlerinin altı morarmıştı. Benimkiler gibiydi. Dudakları hafif soğuktan dolayı morumsu bir renk almıştı. Yanakları sinirden kızarmış boynunda ki damarı belirginleşmişti. Bana laf yetiştirmeye çalışırken manzarayı görememişti. Ona bunu hatırlatınca da bir süre gözleri kilitlendi sanki. Beğenmişti çünkü gözleri sanki daha da açılabilirmiş gibi büyümüştü. Ela renkli gözleri güneş vurduğu için şimdi bal renginin en güzel tonundaydı. Çok beklemeden ağaca çıktı. Bilgisayarını ona verdim ve bende bir diğerine çıktım. Bir süre manzarayı izledim. Sonra kulaklıkları taktım ve müziklerimi kurcalamaya başladım. Daha önce dinlemediğim ama telefonumda olduğunu yeni fark ettiğim bir parçaya tıkladım. Kulaklarımı dolduran hafif bir piyano sesi güzeldi. Tam o anda

- Pis bencil! Belki bizde dinlemek istiyoruz. Domuz!

Bu gülmeme neden olurken daha cümlesini yeni bitirmesine rağmen kulaklığı telefondan ayırdım ve gözlerimi açmadan sırıtmaya devam ettim. Bir ara gözlerini üzerimde hissedince sırıtmam daha da yayıldı yüzüme. Yaklaşık on dakika geçmişti ki gözlerimi açtım ve etrafa bakmaya başladım. Elindeki kalemin arkasını dişliyordu. Oturma şeklini değiştirmişti ve gözleri parıldıyordu. Heyecanlı heyecanlı yazıyordu. Bir ara parmaklarını kıtlattı ve derin bir nefes aldı. Beklemediğim bir anda

-Burayı nasıl buldun?

Demek ki yakalanmıştım. Koca gözlerini bana çevirince ürkmedim değil yani.

-Arkadaşlarla buraya yakın bir yere mangala gelmiştik. O zaman buldum.

-Güzel yer.

-Biliyorum.

Daha fazla bir şey demedi ve yazmaya devam etti. Ben de bir şey demedim ve gözlerimi kapattım. Gece uyuyamadığım uykumu burada almaya kararlıydım.

DERİN'DEN...

Bir saat boyunca soluksuz yazmıştım. Birkaç kere silmek dışında iyiydi her şey. Bilgisayarı tamamen kapattığımda saat yediyi geçiyordu. Tam ona seslenecektim ki uyuduğunu fark ettim. Yorgun gözüküyordu. Benimkilere benzer gözaltı morlukları oluşmuştu. Ben de yorgundum. Hem de fazlasıyla. Gözlerim kapanmakta ısrar ediyordu. Karşı gelemeyecek kadar güçsüzdüm...

İKİ SAAT SONRA

Bir ara dal kırılma sesi sonra da kuvvetli bir sesin bağırmasıyla gözlerimi açtım.

-Kaza mı yaptunuz siz?

-Yok amca kaza yapmadık.

-Eyu, eyu. Hava soğuktur. Çok kalmayun buralarda.

Ediz, amca ile konuşmayı bitirdikten sonra bana döndü.

-Gidelim mi?

-Olur.

Ona bilgisayarı uzattıktan sonra kendim de inmek için ilk dala bastım. Sonra ikincisi derken bir anda bir şey çat dedi. Ve aynı anda bir el beni belimden tuttu. Tam ona kızmak için dönmüştüm ki suratlarımızın arasındaki mesafeden dolayı susmak zorunda kaldım. Gözlerini gözlerimden hızlıca çektikten sonra beni hızlıca aşağıya indirdi.

-İyi misin?

-Hı hı.

Arabaya bindik ve hızlıca aracı çalıştırdı. Gergin gözüküyordu. Ben de yorgunluğun verdiği etkiyle bir şey dememeye karar verdim. Çok geçmeden evin önündeydik.

-Teşekkürler.

-Önemli değil.

Kapıyı açtıktan sonra çantayı bir kenara fırlattım ve kendimi banyoya attım. Yaklaşık bir saat sonra dedemlere gitmek için hazırdım.

Evin önüne geldiğimde durdum. İçimde iyi bir his yoktu. Dedem bana mesaj atmazdı ki. Dedem kimseye mesaj atmazdı aslında. Yakın gözlüğü kullanması gerekirken gördüğünü iddia ettiği için telefonda ki harflerde zorlanıyordu ve yazı yazmamayı tercih ediyordu. Ama biri bir şey derse de konuşmanın daha çok hoşuna gittiğini söylerdi. Bunu tabi ki de yemiyorduk ama ona da karışamıyorduk. Zili çaldım ve dedemlerin beni salonda beklediğini duyunca içimdeki kötü kadın bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı bile.

ON BEŞ DAKİKA SONRA

-Dede istersen artık beni çağırma sebebine gelelim.

-Niye sıkıldın mı evladım.

-Yok ama evlilik programı izlemeyi sevmem.

-Niyeymiş o?

-Nedeni mi olmak zorunda anneanne. Sevmiyorum. Koca kadınlar gelip talip arıyor.

-Genç olanlarda var hem bir kere.

-Onlar kudurmuş anneannem. Sen onlara bakma.

-Ben bakmayayım ama sen bak.

-Anlamadımm?

-Evlen artık kızım. Evlen. Daha başka nasıl anlatayım. torunumuzun çocuğunu göremeyecek miyiz biz! Bizimde hakkımız değil mi?

-NEEEE!!!!

-Anneanne ben evlenmek istemiyorum. Bak cidden ben böyle iyiyim. Bekarlık sultanlıktır demişler. Valla bak kısmet istemiyorum. Dede sen de bir şey desene.

-Deden bir şey diyemez. Ben diyorum. Bak Hatice teyzenin torunu var ya çok iyi çocuk. Hem yakışıklı hem de savcı. Bak yakışırsınız da.

-Savcı sevmem.

-Bak o zaman Esma teyzenin torunu da doktor. Bu yıl uzmanlığını yapacak. Hem daha genç ve uzun boylu evladım. Sarışında.

-Sarışın sevmem.

-E o zaman Meryem teyzenin torunu da mühendis. Yirmi dokuz yaşında. Hem bak o esmer.

-Çok yaşlı o da.

-Dalga mı geçiyorsun sen benle kız! Terliği yersin bak.

-Anneanne saçmalamayın yaa. Ben daha yirmi beş yaşındayım ve evlenmek istemiyorum.

-Sen öyle san.

-Ne?

-Yarın akşam Zehra teyzenleri yemeğe davet ettim. Hem görmüş olursun çocuğu. Bak çocuk uluslararası ilişkileri bitirmiş. Dedesiyle babasının yönettiği şirkette çalışıyor şimdilik. Ticaretle uğraşıyorlar. Sende yarın akşam ki yemeğe geliyorsun ve eğer kaytarmaya çalışırsan bamya yediririm sana. Görürsün.

-Anneanne yapma ama ya.

-Yarın akşam görüşürüz kızım. Hadi işine git sen.

-Of anneanne of.

gökyüzünde ki yıldızlarWhere stories live. Discover now