Kararlı adımlarla kapıya doğru iki adım atmışken odanın kapısı açıldı ve donup kalmamı sağladı. Min Yoongi elinde bir poşetle -muhtemelen yemek getirmişti- içeri giriyordu. İlerleyecekti ki bakışları yukarıya kaydı ve göz göze geldik. 

 İtiraf etmeliydim, onu hiç bu kadar darmadağın görmemiştim. Gözlerinin altı belirgin morluklarla doluydu, saçları karmakarışık ve kabarıktı; üstündekiler emanet gibi duruyordu. Onu son gördüğümde üstünde olan ceket hala üzerindeydi ama sanki daha büyük duruyordu. Kilo mu vermişti?

 Beni görünce donakaldı. Gözlerimin yaşarmasını durduramadım ve daha nasıl göründüğümü bilmeden elimi ağzıma götürüp hayretle gülümsedim. Ne kadar farkında olmasam da onu özlemiştim. Onu yanımda hissetmeyi özlemiştim. Benim için 1 hafta 10 saniye karanlık gibi gelmişti ama o bir haftada ne hale gelmişti..

 Elindeki poşet bir anda yere düştü ve şaşkın şaşkın bana bakmaya devam etti. 

 "Merhaba." dedim yanaklarım ıslanırken. Bana doğru bir adım attı ve titreyen elini bana doğru uzattı. Bir adım daha. Diğer elini de kaldırdı. Gerçekten titriyordu ve çok güçsüz görünüyordu. Buna ben mi sebep olmuştum? Her şey fazla mı gelmişti?

 Karşıma geçtiğinde elleri daha çok titremeye başladı. Gerçek olduğuma inanmak ister gibi yavaşça eli yüzüme dokundu. Dokunuşunu hissedince ağlamamak için titreyen dudağımı ısırdım. 

 "Şükürler olsun..." dedi ve sanki ilk defa nefes alır gibi havayı içine çekerek kollarıyla beni sardı. Ne kadar hastane kokusu üstüne sinmiş olsa da onun o kendine has kokusunu duyumsadığımda gülümsedim parmaklarımla ceketini yırtarcasına tuttum.

 Geri çekilmeden önce merak ettiğim soruyu sordum. "Öğrendin mi?" Sesim çatallaşmıştı. Hiçbir şey söylemeden başıyla onayladı ve beni sımsıkı tutmaya devam etti. 

 "Bir daha seni hiç göremeyeceğim sandım, Eun Ji. Sen... benim yüzümden.."

 Sözünü kestim ve parmaklarımı ensesinden saçlarına doğru çıkardım. "Şşş, hayır. Senin hiçbir suçun yok. Kendini suçlamayı kes. Sana baştan anlatsaydım bunlar olmayacaktı. Ama seni üzmek istemedim." dedim karışık saçlarına burnumu sürtüp kokusunu içime çekerek. 

 Bana her şey sanki araftan cennete transfer olmuşum gibi geliyordu. O sırada Tae'nin sesi kulaklarımı doldurdu.

 "Eun Ji?!" 

 Birden Yoongi'den ayrıldım ve şaşkınca bana doğru zıplarcasına gelen ikizime baktım. Onu bile özlemiştim. Bana kocaman sarıldı ve karnımın acımasına neden olacak şekilde kaldırıp döndürmeye kalktı. Acıyla iki büklüm olduğumda Yoongi homurdanarak Tae'yi uzaklaştırdı ve beni yatağıma geri yatırdı. Tae'yse öyle sevinçliydi ki bir an gerçekten ağlayacak sandım.

 "Ee.. o zaman ben... büyükanneme uyandığını haber vereyim de sevinsin! O da çok endişelendi."

 Büyükannemi tamamen unutmuştum. Kim bilir ne hissetmişti? Zaten anne ve babamın acısı onu yeterince etkilemişti. Sağlıklı olmasına şükrettim. 

 Tae odadan neşeyle çıktı ve koridorda bağıra bağıra şarkı söylediğini duyup güldüm. 

 Gülüşümü yüzümde donduran Min Yoongi'nin bana bakış şekli oldu. Sanki eski bir fotoğrafa bakarmış gibi bakıyordu. 

 "Neden öyle bakıyorsun?" dedim yüzünü inceleyerek. 

 "Gülüşünü ezberliyorum." dedi kalbimin paramparça olmasına sebep olarak. "Bir daha göremeyecek olma ihtimaline karşı her zaman aklımda tutmalıyım."

camouflage | min yoongiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin