"Hayır, gerek yok."

 Derince bir iç çektim ve geri geri yürümeye başladım. "Burada bekle, hemen geliyorum."

 Bana şaşkın şaşkın bakarken ben çoktan kantine doğru koşuyordum bile. Bu sıralar ektiğim derslerin haddi hesabı yoktu. Büyükannem beni kesmezse şanslıydım.

 İki şişe su, ıslak ve kuru mendil aldım ve geldiğim yoldan geri çıktım. Terasa ulaştığımda Min Yoongi başını elleri arasına almış, parmaklarını saçlarına geçirmiş oturuyordu. Adımlarımı yavaşlattım ve bankta yanına oturdum. Geldiğimi hissedince başını kaldırdı ve elimdekilere baktı.

 "İnadın bana sökmez, kaplumbağa." dedim sert görünmeye çalışarak. Birkaç saniye yüzüme baktığında gözleri yumuşamıştı. Sertliğimden taviz vermeyip bir şişe suyu açtım ve ellerini ileri doğru uzattırarak suyu dökmeye başladım. Dökülen su kırmızıya boyanıp yere boşanırken Min Yoongi'nin şaşırtıcı derecede büyük elleri asıl rengine dönmeye başlıyordu. Çıkmayan kan lekeleri umrunda değildi belki ama artık vücudunda kurumuş kan görmek istemediğimden elini avcuma aldım ve lekeleri baş parmağımla ovaladım. Leke çıktığında suyu tekrar döktüm ve başımı kaldırdığımda ilgiyle beni izleyen Min Yoongi'nin gözleriyle karşılaştım. Ne kadar bu bakışlar karşısında arkamı dönüp kaçmak istesem de başımı onunkiyle aynı hizaya getirdim ve tek avcuma boşalttığım suyla yüzündeki izleri silmeye başladım. Islanan yüzü bebeksi bir hal aldı ve gülümsememek için kendimi zor tuttum. Bana bakışları içimi ısıtırken aynı zamanda korkudan tir tir titrememi sağlıyordu. Biliyordum ki bana böyle bakarsa ona karşı daha fazla duvar öremeyecektim. Ama örmek zorundaydım, kendi keyfim uğruna insanları birbirine düşüremezdim. 

 Islak elimi yanağına sürdüğümde gözlerini kapattı. Yüzündeki huzur karşısında endişeyle elimi çektim. Elimi çeker çekmez gözlerini açtı ve kaşları çatıldı.

"Ne düşünüyorsun, öyle merak ediyorum ki.." dedi bakışlarımı yakalamaya çalışırken.

"Bunu yapamayacağımı biliyorsun." dedim gelen cesaretime ben bile şaşırarak. "Bu, çok yanlış-"

 Sözümü kestiğinde sıçradım. "Bunun nesi yanlış?! Evet ben de bunun için kendimden ölesiye nefret ediyorum ama elimden gelen hiçbir şey yok! Senin için onunla kavga bile edemiyorum, Eun Ji!" Nemli elleri omuzlarımı tuttu ve bakışları derinleşti. 

 "Eğer bunu yaparsak nasıl bir duruma düşeceğini biliyorum. Bu yüzden sana seni sevdiğimi söyleyip içimden geldiğince öpmeye bile hakkım yok ve sen bunu istemedikçe yapmayacağım bile! Hem bunu istemen için içten içe yalvarırken hem de isteme diye o kadar çırpınıyorum ki... Bana zaten geriye çok da kalmamış kalbimi ve aklımı kaybettiriyorsun."

 İçimi titreten sözleri karşısında gözlerimi gözlerinden ayıramadım. 

"Keşke bana yalan söylemiş olsan." dedim fısıldayarak. "O zaman her şey daha kolay olurdu."

O da fısıltıyla konuştu. "Keşke yalan olduklarını söyleyebilsem." Duraksadı ve yavaşça benden uzaklaştı. 

"Ama değil."

***

Akşam güneşi de kaybolurken Dami'yle ıssız sokakta yürüyorduk. 

 "Ne demek Jimin telefonunu açmıyor? Sevgili değil misiniz siz?"

 Cins cins suratına baktığımda eliyle ağzındaki hayali fermuarı kapattı. "Pardon, asıl amacı unutmuşum."

 Verdiğim karar yüzünden belki incinecektim, o da incinecekti ama ona ihanet ediyormuşum gibi görünüp her şeyi mahvetmektense sadece kötü eski sevgili olmayı tercih ederdim. Ne hissedersem hissedeyim bu konu kapanmalıydı ve ben de hayatıma 12 kedili bir ajumma olarak devam etmeliydim.

camouflage | min yoongiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin