-41-

1.4K 125 66
                                    



Ashton'ın daha önce hiç binmeye fırsatımın olmadığı eski model jeepinin içindeydik. Radyoda çalan Hurts parçasının sözleri olayın gerçekliğini yansıtırcasına her bir kelimenin altını çiziyordu.  Direksiyondaki uzun parmakları sanki biraz daha gerilmesi mümkünmüş gibi kasılıyordu. Kolundaki damarlar kendini sıkmaktan neredeyse dışarı fırlayacaktı. Gergin olduğu her halinden belliydi. Sonuçta onun aldığı kararlar peşinde beni de sona sürüklüyordu ve şimdi buradaydık.

Bir hafta önce verdiğimiz kararın ardından kendimizi herşeye hazırlamış bir şekilde yola koyulmuştuk. Beni önemseyecek bir ailem yoktu. Onun da öyle. Biz bu sonsuz dünyadaki yalnız ruhlardık ve ölüm bizi çağırıyordu. Geride bırakacak çok fazla güzel anımız ve değer verdiğimiz insanlar yoktu. Sadece her hatırladığımızda ruhumuzu acıtan, adına kabus denebilecek bir sürü anımız ve yalnızlığımız vardı.

Yaklaşık yarım saat kadar süren araba yolculuğumuzdan sonra uçurum gibi görünen dev kayalıkların olduğu bir yere park etti. 'Çok klişesin.' deyip onun o güzel yüzüne bakarak gülmek istedim ama dudaklarım bile kıvrılmadı. Ne o, ne de ben sanki aynı dili bilmiyormuş gibi sessiz kalmayı tercih ediyorduk.

"Bunu yapmak istediğine emin misin?"

Endişeliydi. Ince dudakları en ufak bir gülümseme kırıntısından yoksun görünüyordu. Bukleleri eski parlaklığını yitirmişti ve yorgun gözleri artık eskisi gibi bakmıyordu. Ama herşeye rağmen bakışlarından, dokunuşundan ve konuşmasından bana olan sevgisinin ne denli büyük olduğunu hissedebiliyordum.

Yavaşça başımı onaylarcasına salladım ve kapıyı açma zahmetinde bulunmadan bulunduğum ön koltuktan arka koltuğa geçtim. Ilk başta ne yapmaya çalıştığımı anlamasa da onu yakasından tutup arka koltuğa, kendime doğru çektiğimde asıl istediğim şeyin aslında kendisi olduğunu anlamıştı.

"Dünya acımasız bir yer. Yaşamayı sonuna kadar hakeden insanlar bile ölüyorken burda olmamam gerektiğini düşünüyorum. Biz bu dünya için fazlalığız Ashton."

Koltuğa oturdu ve yerlerimizi değiştirdiğinde beni kucağına aldı. Pencereden yansıyan ay ışığı ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözlerine yansıyordu. Belime değen parmakları sıcaklıktan sonsuza kadar mahrum bırakılmış kadar soğuktu.

Kollarımı boynuna doladım ve akan gözyaşlarımı görmemesi için koluma sildim. Onun üzüldüğünü görmeye tahammül edemiyordum.

"Sana gelecekte harika bir hayat vaad etmeyi o kadar çok isterdim ki... İnan bana. Belki bahçeli bir evimiz olurdu. Sen bahçeye bir sürü güzel çiçek dikerdin. Belki bir köpek bile alabilirdik."

Çatallaşmış sesinin buğusunda sanki hala neşe kalmışçasına konuşurken birkaç saniye de olsa kıkırdadı. Elleri beni sarmalarken çenesini omzuma yaslamıştı.

"Belki çocuklarımız olurdu."

Ölüm gibi geçen birkaç saniyeden sonra saçlarımda hissettiğim ıslakla ağladığını anladım. Yutkunamıyordu. Nefes bile alamıyordu. Yüzünü avuçlarımın arasına alarak başını kaldırdım. Kemikli yüzü avuçlarımın içinde hiç olmadığı kadar bitkin görünüyordu.

Onu öptüm. Daha önce öpmediğim gibi. Şehvetle değil. Acıyla öptüm. Yanağımızdan akan tuzlu gözyaşlarını önemsemeden, arkamızda bıraktıklarımızı düşünmeden, dünyanın sonu gelmiş gibi.

"Sana yemin ederim ki sonsuzluğa gideceğiz. Kimsenin bizi bulamayacağı bir yere. Söz veriyorum. Bu dünya bizim için fazla kirli."

Ne ara çıkardığımı bilmediğim tişörtüm koltuk başlığına takılmış bir şekilde sarkıyorken kısıtlı alanımızda biraz geri çekilerek ona kendi tişörtünü çıkarmasında yardımcı oldum. Hava soğuktu ve yağmur başlamıştı. Yağmur damlalarının çarptığı camlar içersinin ısısıyla buhar olmaya başladığında Ashton zorlukla kaldırabildiği başını boynuma gömdü ve küçük öpücükler bıraktı.

neighbor af; irwinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin