Prolog 1/2

1.7K 133 25
                                    

Kasım 2011

Okulun bahçesinin en kuytu köşesine sığınmış gözyaşlarımın geri çekilmesini bekliyordum. Tekrar ve tekrar kavga etmiştik. Önceden ufak ve kısa zaman süren kavgalar artık derin ve aralıksızdı. Artık ettiğimiz her kavga derimi aşıyor, kalbime derin bir kesik bırakıyordu. Hep bir başkası olduğunu düşünüyordu. Gözümün ondan başkasını görmediğini bilmesine rağmen... Bitecekti, biliyordum. Okul bittiği an o da bitecekti benim için. Sadece uzatmaları oynamak çok zordu. Yerimden kalkıp girişe yönelirken soğuktan bedenim gerilmişti. Havanın soğukluğu eksileri görmüştü ve ben bu havada ince bir çorap, ince gömlek ve kapşonlu giyiyordum. Çoğu kişi bunu dikkat çekmek istediğim için ya da bacaklarımı göstermeye meraklı bir sürtük olduğumu düşündüğü için tercih ettiğimi sanıyordu. Ama sadece kalın şeyler giymekten nefret ettiğim için böyleydim. Gerek fiziğim gerekse Tanrı vergisi güzel yüzümle okulun Buz Prensesi ünvanını kapmıştım.

Okula başladığımda bir kişiyle dost olmaya çalışmıştım ve iki ay sonra bütün okul her açığımı öğrenmişti. O günden beri kimseyle arkadaşlık kurmamıştım. Birine ısınmam için aylar geçmesi gereken biriyken bu darbe son damla olmuştu. Tek tabanca takılıyordum. Okuldan kimseyle çıkmama kuralım da 'Buz' kısmı için yeterli nedendi. Herkes benim güzel ama burnu havalarda pisliğin teki olduğum konusunda hem fikirdi.Özel okul olması da daha fazla zengin ve aptal insan demekti. Kibirlerinden ölecek tiplerdi işte.

Sınıfıma girdiğimde sırama atılmış kağıtları gördüm. Bir çoğu hakaret yazılarıydı, geri kalanlarda itiraf olduklarını biliyordum. Ama bir çöp yığından farkı yoktu. Oturacağım kısma kadar olan yeri temizleyip diğer köşeye yığın oluşturdum ve çantamdan kitabımı çıkartıp  kaldığım yerden devam etmeye çalıştım. Gece boyu ağlamıştım ve ne kadar uğraşsamda kızarıklar geçmemişti. Kimseyle konuşmamak için seçtiğim yöntemdi kitap okumak, yüzüme odaklanılmasını da istemiyordum.

İki-üç cümle okumuştum ki yan tarafımdaki kağıtlar savruldu ve yerine biri oturdu. Ufak bir bakış attığımda Jong Won olduğunu gördüm. Eğilip yere düşürdüğü kağıtlardan bir kaç tane aldı ve tekrar doğruldu.Bana bakmadan birini açıp okumaya başladı.

"Bae Joohyun, bu kadar aptal olmana rağmen sana tapmalarını anlamıyorum. Tamamen görünüşten ibaretsin, içi boş bir balondan farkın yok. Burnun o kadar havada ki diğer insanlara tiksinerek bakıyorsun. Sence hangi taraf daha pislik?  Bu kadar bencil biriyken yaşamayı hak ediyor musun sence?"

Bakışlarım kararırken ses çıkarmadım. Yapmamı bekledikleri buydu. Ama asla yapmayacaktım. Sadece birkaç ay sonra kurtulacaktım.

Tepkisizliğime güldükten sonra diğer kağıda geçti.

"Bae Joohyun bu kadar güzel olman sence de suç değil mi? Sürekli yerde olan bakışların keşke biraz kalksa ve seni gördüğü an sevinçten parlayan gözlerimi görse. Bu ne güzellik be.Eridim bittim, senin yüzünden.Beni kendine bu kadar aşık ettiğin için utanmıyor musun?"

Dudağımı ısırdım. Ciddi olmam gerekiyordu.

"Bae Joohyun, yüzüme bakmayı düşünmüyor musun?"

"Hayır, düşünmüyorum."

"Beni bu zamana kadar bu kadar süründüren biri olmadı. Neden bu kadar inatçısın ki? O züppe sevgilin seni bu kadar üzerken ben senin için nefes alıyorum. Biraz etrafına bak."

My Lucky StarDove le storie prendono vita. Scoprilo ora