Bölüm 15

707 73 121
                                    

Medya - RED-Hymn for the missing / Sehun & Suho

Öykü bir barda başlar. Âşık olma gereksinimi.

Umberto Eco.

Bana yaklaşıyordu ama ben kaçamıyordum. Oysaki beynim çığlık çığlığa kaçmamı söylüyordu ama ayaklarım bu emre itaat etmeyecek gibiydi.

Sarışın Suho bana yaklaştığında, polislere işaret vererek tam önümde durdu. Gözlerimin içine dikkatle bakarken onda farklı olan bir şeylerin varlığını sezmiş ama bunun ne olduğunu çözememiştim. Şu an karşıma duran adam, en başında kalbimi, dün gece ise bedenimi birleştirdiğim adama benziyor ama onun gibi hissettirmiyordu. Yanlış olan bir şeyler olsa da, onun ismini telaffuz etmekten geri alamadım, kendimi.

"S-suho?"

İğrenir gibi yüzüme bakıp tükürürcesine tekrar etti. "Suho?" Gözleri buz gibiydi. "Gerçekten o olduğumu mu düşünüyorsun? Sevdiğin adamı tanıyamayacak kadar salak mısın?"

Olduğum yerde sallanırken bu sallantının nedeni dönen başım mıydı yoksa deprem mi oluyordu, anlayamıyordum. "A-anlamıyorum, S-suho. Sen neden... en başından beri sen miydin?"

"Çocuk gibi ağlayacak mısın, birde? Sen de ne buldu, hiç anlamıyorum. Belki de yakışıklı olduğun içindir."

Sözler insanın ruhunu bıçak gibi kesebilirmiş. Suho'nun ağzından bunları duymak ruhumu delik deşik ediyor, içimi kan gölüne çeviriyordu. "Sana inanmıştım." dedim, fısıltıyla. "Seni sevmiştim."

Korkutucu kahkahası karakolun kirli beyaz duvarlarına çarpıp geri döndü. "Sen Suho'ya değil, kendi kafanın içindekine inandın."

Yere çöküp gözyaşlarımı kirli kalebodura akıtırken polis memurları Suho'yu götürüyordu. Onu sorgu odasına almadan önce "Uyan, Sehun!" diye haykırdı. "Uyan!"

Omzumdaki elin sahibinin kim olduğuna bakacak gücüm yoktu. Kollarıma girip beni taşırlarken ki nereye götürüldüğümü bilmiyordum, beni taşıyanların konuşmalarını işittim.

"Daha fazlası bünyesine zarar vermesin?" Minho?

"Son raunt, dayanmalı." Jinki.

Geri düşen başıma iki nokta halinde kondurulmuş gözlerime ait kapakları zar zor açıp arkaya baktım. Kris bana el sallıyor ve gülümsüyordu. Sisli görüntüsünü anlamaya çalışırken yanına yaklaşan bir diğer sisli görüntüyü fark ettim. İki puslu görüntü birbirine sarılıp bir duman gibi dağılarak yok olmuştu.

Ayaklarım, beni taşıyan insanlara uymak adına sürüklenircesine ilerlemeye çalışıyordu. Bir odadan içeri girip bir sandalyeye oturulduğumu fark ettim. Kirpiklerime asılı tonlarca ağırlığı görmezden gelmeye çalışarak göz kapaklarımı araladım. Temiz bir camın ardında, basık loş bir odanın tam merkezindeki masaya dayalı sandalyede oturan sarışını gördüm. Onu gördüğümde, gözkapaklarım biraz daha aralandı ve onu sorguya çeken kişi kapıdan içeri girdi. Minho!

Jinki, bir kolunu omzuma dolayıp düşmemi engellerken daha dengede durmaya çalışıyordum ama pelte haline gelmiş beynim ile bu hiç mümkün değildi.

Minho, ahşap masaya ilerleyip ellerini masa kenarlarına dayadı ve Suho'nun gözlerine baktı. "Ona benziyorsun ama o değilsin. Ne kötü!"

"Ona benzememek gibi bir şansım olsaydı, emin ol bunu kullanırdım, Minho!" Diğerinin ismini söyleyiş biçimi iğrenir gibiydi.

Minho, onu umursamayıp suratındaki gülümsemeyi bozmadan devam etti. "Artık kaçabileceğini sanmıyorum. İtiraf etmelisin."

"Hiç inkâr etmedim."

Seeking For √Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin