''Lütfen, Eva bunları Henri'nin yüzüne karşı söyleyemeyeceğim...'' derken Türkçe konuşuyorduk. Kendini en iyi Türkçe ile ifade edebilecekti sanırım. Henri'yi ele vermedim. Bu söylenenler direkt onu ilgilendirecekti. ''Biliyorum kendi meselelerin var ama bu benim için önemli. Eva, Henri'nin sanırım bana karşı hisleri var. Sanırım değil aslında yaklaşımından bunu hissettim. Ben... Ben... Eva, biliyorsun ben sizin gibi 22 yaşında değilim. Kimliğimde öyle yazabilir ama ben 28 yaşındayım. Henri ile aramda 8 yaş var.'' dediğinde durup nefes aldı. Bana tepkime bakıyordu. Omuz silktim.

''Bu mu sorun? Melisa lütfen bu sorun olacak bir kriter değil. Erkekler kendinden küçük kadınlarla evleniyorlar. Hatta kızları yaşında olabilecek insanlarla evleniyor, sevgili olabiliyor. Hiçbir din kadın, erkekten büyük olursa günah olur demiyor. Bizim ailemizde de böyle bir duruma karşı çıkacak biri yok. Karar sizin kararınız olacak.'' dediğimde Melisa dirseklerini masaya yasladı. Başını ellerinin arasına aldı. 

''İşte sorun burada Eva! Sen farklı kültürlerin sentezisin ama ben Kürt'üm. Ben ilk defa Mardin'den dışarı lise yılımda çıktım. Ben babama Henri'yi götüremem. Evet, babam seni çok sever. Tüm ailem seni çok sever. Ellerinde olsa bizden biri yapacaklar ama olmaz Eva. O çok... Çocuksu. Daha olgunlaşması için yıllar var. Ben...'' diye kekelemeye başlayınca hafifçe gülümsedim. 

''Lütfen, açık ol. Burada alınacak bir durum yok.'' derken öne uzanıp ellerinden tuttum. ''Bu senin gönlün, ısınmadıysa birine sebebini açık açık söyle.''

''Benim istediğim kriterlere uygun değil.'' dediğinde üzerinden yük kalkmış gibiydi. Ellerini sıkıca sıkıp desteğimi gösterip geri çektim elimi. 

''Eminim Henri seni anlayacaktır. Bunu kendisine ileteceğim.'' derken gölgenin olduğu yöne baktım. Orada yoktu. Henri'nin kırıldığını tahmin edebiliyordum ama yapabileceğim bir şey yoktu. Bu gönül ısınmadığı kişiye rol yapamazdı. ''İçeri gidelim.''

''Kahve?'' Hira kahve makinesini gösterdi. 

''Ah, kahve içeceklerini sanmam.'' derken onları beklemeden mutfaktan çıktım. Henri duygusal biriydi ve onun duygusal bir anda yakalanmasını istemiyordum. Oturma odasına girdiğimde Henri donuk şekilde abimin yanında oturuyordu. Arkamdan gelen kızlar kendi aralarında konuşuyordu. Onların sesiyle ikisi varlığımızı fark etti.

''Kahvemiz nerede?'' David'in sorusuyla omuzlarım düştü. O kadar masum bir soruydu ki bu... Yanında oturan kardeşinin kalbi kırılmıştı. Aklında geçenler kim bilir nelerdi. Bakışları duvara odaklanmış bize bakmıyordu. 

''David gidelim mi?'' sorusu İbraniceydi. ''Burada sevmediğim insanlar var. Eva, yarın görüşelim mi?'' dedikten sonra ayağa kalkıp cevap beklemeden geçti gitti. Yanımdan geçerken suratındaki ifade içimi parçalamıştı. David bir şey anlamadan peşinden koştu. Derin bir nefes aldım.

''Eva, ne söyledi? Yoksa duydu mu söylediklerimi?'' Melisa'nın endişeli sesiyle suratımdaki o hüzünlü ifadeyi silip arkama döndüm. 

''Hayır, David ile konuştu. Henri bazen farklı dilleri sever.'' derken Melisa sokak kapısına dönüp baktı. ''Ben duş  alacağım, izninizle.'' kızlar başlarını sallamakla yetindiler. Sessizce merdivenlerden yukarı çıktım.

-

Başıma şal doladım. Omzuma battaniye alıp verandaya çıktım. Uyku tutmamıştı. Soğuk New York gecesi belki üşümeme sebep olurdu. içerisi fazla sıcaktı. Duvarlar üzerime geliyordu. Henri'yi aramıştım. Aramamı açmamış ve sadece rahatsız edilmek istemediğine dair mesaj atmıştı. Abimi aradığımda odasına girerken bana attığı mesajın aynısını söylemiş. Şimdi kardeşim çok uzak olmayan bir yerde acı çekiyor ben burada oturuyordum. Rahatsız edilmek istemiyorsa zorla da rahatsız edemezdim. Verandadaki sallanan koltuğu tek ayağımla sallarken uzakları izliyordum. Ben burada ne arıyordum? Evimden okyanuslar ötesinden  uzaktım. Türkiye? İngiltere? hangisiydi evim? Yoksa artık Amerika Birleşik devletleri miydi? Bu düşünce titrememe sebep oldu. 

Bu kıta o kadar büyüktü ki beni korkutuyordu. Evrende küçücük bir yeri kaplarken bu kıta beni daha çok korkutuyordu. Allah'ın yarattığı her güzellik gibi mükemmel doğası vardı. Ben sadece kuzeyinde New York'un küçücük yerinde oturmuş düşünüyordum. İngiltere... Anneannemden zor kaçmıştım. Evet, dedem benim hayatımın en önemli parçasıydı. Onun eksikliği kalbimin yarısını alıp götürürdü. İngiltere de beni sıkıştaracak çok konu vardı. Türkiye... Dünya üzerinde belki en rahat ettiğim ülkeydi. Hem istediğin çoğu ürüne ulaşa biliyordun hem ezan okunuyordu başımdaki örtüyle en rahat edebileceğim ülkeydi. Sorun şu ki işsiz kalırdım, sürekli torpil kullanmak istemiyordum. Sürekli üst kademeden insanları aramak istemiyordum. Akademik kariyer için saçma sapan sınavlara girmek istemiyordum. Ezber istemiyordum. Ulaşılabilir ürün sayısı fazlaydı ama gereksiz şeylerin yasaklanmasını istemiyordum. Aldığım nefese kadar vergi ödemek istemiyordum. İş bulsam dahi kendi emeğimin kazancıyla asla yetinemeyecektim. Çok zengin olabilirdim ama kendi gücümü elde etmek için kendi emeğimin parasını harcamalıydım. 

Burada olmakta istemiyordum. Olmak istemediğin yerle sınıyordu Allah. Derin bir nefes aldım. İnsanların İslam'ı sadece ortadoğu dini olarak görmesi beni mahvediyordu.Hristiyanlık ve Musevilik sanki Avrupa'nın göbeğinde ortaya çıkmıştı. O kadar güzel oryantalizm yapıyorlardı ki... Nefret ediyordum batıdan. O kadar cahillerdi ki kültürlerini dine bulaştıran Orta doğudan nefret ediyordum. Bu nefretimi bastırmamın tek sebebi inancımdı. Yoksa ortalığı yakıp yıkardım. Şuan tek bir silah antlaşmasıyla tüm dengelerin bozulması kolaydı. Lobilerden birine aniden milyar dolarlarca yardımla ABD dengesi bozulabilirdi. İşte sorun inancımdı. En güzel Yunus Emre anlatmış derdimi... 

Yaratılanı severim yaratandan ötürü...

Çağlar geçse dahi dertler bitmiyordu. İnsanı sevmek için İlahi güç arıyordu insan. Hele en büyük gücü Orta Doğu konusunda arıyordum. Ya orada kalıp İslam da olamayan zulme boyun eğecek yada kaçıp biricik batının kollarında podyumları süsleyeceksin. Ne kadar ilginçti İslam ruhu tatmin etmeyi söylerdi. Yaratılıştan gelen doyurulması gereken duygular vardı. İslam düzeni öneriyordu. İnsanlar kültürle karıştırıyordu. Dinler kültürle karıştırıldığı için bozulmadı mı? Elbette her kültür mükemmel değildi ama bazıları fazla kötüydü. Irklara değildi söylemlerim bir insanı başka bir kültüre koy asimile olurdu. Sorun kültürleriydi. Değişmesine izin vermeyen zihniyetlerdi. Elinde yazılı olan kurallar olmasına rağmen kültürü ve dini ayıramayanlardı. Bakıldığında sorun eskiyi alimleri, ilim adamlarını övüp asla onlar gibi olmak için hamle yapmamak. 

''Hey!'' duyduğum sesle yerimde sıçradım. Tek ayağımı da battaniyemin altına çektim. Sanki battaniye beni tüm kötülüklerden koruyan pelerinmiş gibi sarılmıştım. Sesin sahibine döndüğümde elleri cebinde veranda merdiveninde dikelen Adam'ı gördüm. Bu saatte burada ne işi vardı? Sessizce gelip beni korkutuyordu. Onu azarlamak için ağzımı açtım. Fakat onun bana bakan bakışlarındaki sakinliği görünce ağzımı yavaşça geri kapattım. Aklıma kardeşim gelmişti. Kırılan kalp acıtıyordu. 

''Hey.'' diye mırıldandım. O ise gülümsemeyle cevap verdi. Benim onu kalbini kırmadan uyarmalıydım. Bu zor olacaktı. Adam ben senin Eva'n değildim ve bu isim benzerliği tamamen tesadüf... Bunu söylemek düşünmekten daha zordu.

Diğer hikayelerim profilimde...

İnstagram: Eva_Wattpad

Eva; Gelecek UmutturWhere stories live. Discover now