SU DAMLASI...

93 14 2
                                    

MULTİMEDYA : YENİ PROFİLİYLE CEYLAN. UMARIM BEĞENİRSİNİZ.

KEYİFLİ OKUMALAR...

"Ceylan ablaa ne olur beni de döndür."

Sımsıcak, masum, küçük parmakların sahibi olan minik kahkahaların arasından yanındaki ayak parmaklarının üzerinde zıplayan, küçük pembe dudaklarını büzerek sıranın kendisine gelmesini bekleyen arkadaşına sitem dolu, tatlı ve nazlı bir tını çıkmıştı.

"Haha... Yaa çok az döndürdü ama beni. Lütfen birazcık daha."

Tutmaya devam ettiğim masum eller kendisini tamâmen bana bırakmış ellerimden destek alarak etrafımda dönüyor, açık kahve tonundaki uzun saçları yerlere kadar savruluyordu.
Kocaman bal renğindeki gözleri etrafındaki her şeyin dönmesiyle heyecan ile parlıyor, bal renğinde küçük kahkaha dolu çığlıklar yankılanıyordu.
Kendisini tutan ellerim ile küçük bedenin kahkalarına eşlik ederek O'nu kendime çektim. Benim bile başım dönerken Elif bundan hiç rahatsız görünmüyor, küçük kollarını boynuma dolayıp heyecan yüklü nefesini boynuma soluyordu.

"Başımı döndürdünüz cimcimeler."

Sesim nefes nefese çıkmıştı. Masum melekler ile olmak beni mutlu ediyordu. Heleki kaybettiklerine rağmen en küçük bir doknuşla parlayan gözleri tüm dünyayı unutturuyordu.
Kendimi onların yetim, öksüz ama umut ile parlayan gözlerinde kaybediyordum.

Masumdular... Ve ben onların ürkekçe titreyen nefeslerinde insanlığın, insafsızlığın gölgesine habsettiği masumiyeti görüyordum.
İnsanlığın ardından bıraktığı insanlığı...
Ben onların ellerinde insafsız bakışların soğukluğunu hissediyor, gözlerinde kıyıya vuran insanlığın yankılarını görüyordum.

"Başın mı döndü?" Vakit bulduğum zaman geliyor olsamda bizim onlara aşıladığımız tedirginlik ile az önce heyecan ile yerinde zıplayan Öykü merakla sorusunu sormuştu.

Başımı sallarken boşta kalan elim ile O'nu kollarımın altına çektim.

"Evet Öykü'cüm başım dündü. Ama dönmekten değil, sizin güzelliğinizden."

Sözlerim ile hafifçe kızaran zaten kendisinden pembe olan yanaklar daha bir tatlı olmuştu. Elif'in biraz geri çekilmesiyle ayağa kalktığım gibi utangaç miniği kuçağıma alıp birkaç çığlık eşliğinde etrafımda dönmem bir olmuştu.
Kızaran yanaklara öpücükler kondururken boğuk çıkan sesim ile konuşmuştum.

"Ama sen böyle tatlı tatlı utanırsan ben seni ısırırım."

Şaka ile karışık konuşmalarıma inanan yeşil gözler kocaman olmuş,
" Hayıır, ısıramazsın. Yaa haha." minik dudaklardan telaşla dökülen kelimeler ile gözlerimi kıstım ve pamuk şekeri misâli tatlı olan yanağı acıtmayacak şekilde dişlerimi geçirerek öptüm.

Fındık gibi dudakların açılmasıyla kulaklarımda dalgaların kıyıya vurduğu masumiyet yankılanmıştı.
Ve... O, heybetli kayalar kıyıya vuran masum kahkahalardan utanırcasına yeniden.
Ve... Yeniden aşınmıştı.
Ama insanlık son nefesini verenin kendisi olduğunu farkedememişti...
Çünkü insanlık derin bir gaflet uykusundaydı. Üzerine atılan soğuk toprağı hissedemeyecek kadar hırslıydı, kazanmak için savaşıyordu.

Aslında... Kaybettiğini hissedemeyecek kadar ölüydü.
Ölüydü... Öldüğünü farkedemeyecek kadar ruhsuz...

"Ceylann ablaa. Bir gelir misin?"

Küçük boyuyla zor zar elime yetişip küçük parmakları ile beni asılan
Ali'nin çekiştirdiği yere gitmek için kucakladığım Öykü'yü yere bıraktım ve iki cimcimenin elinden tutup Ali beyi takip ettim.
Kocaman bir ağaçın altına geldiğimiz zaman küçük bir topluluk hep bir ağızdan konuşmaya başlamışlardı.

ESARETWhere stories live. Discover now