2. Bölüm

740 154 70
                                    

Sımsıkı kapattığım içinde paramın olduğu avucum, yumruk atacak gibi duruyordu. Ailemin her ay gönderdiği paraları harcamayıp biriktirmek şüphesiz akıl hastanesinde yaptığım en akıllıca şeydi.

Peki ya şimdi ne olacak? Ne yapmam gerekiyor bu bilmediğim şehirde?

Sekiz aydır burada olmama rağmen hastaneden çıktıktan sonra sudan çıkmış bir balık gibi kalmıştım.

Ben asla denizkızı olmadım. Karasal bir şehrin kızıyım. Deniz kokusu nedir bilmem.

Yürüdükçe kendimi bu bankta otururken bulmuştum. İstanbul'un o meşhur denizi önümde dalgalanıyordu.

Ne yapacağım şimdi?

Önce gidip bir eve dönüş bileti almalıyım. Bu şehirde daha fazla nefes alamıyorum. Aileme ilk hastanede tedavi görmeyi teklif ettiğimde kesinlikle karşı çıkıp herkesin haykırdığı cümleleri onlar yüzüme yalanlayarak haykırmıştı.

"Saçmalıyorlar onlar kızım. Seni üzmek istiyorlar."

"Baba! Konduramamazlık yapmayı bırakın artık. Sizin bu kızınız deli! Özür dilerim. Ben yemin ederim böyle olmak, sizi üzmek istemiyordum. Anne ben deli olmak istemiyorum. Bana öyle baksınlar istemiyorum."

Ben ilk kez orada bilinmezliğe çekilmiştim. Babamın çok sevdiği ve her gece okşayarak uykuya daldığım saçlarımı çekerek ağlarken babamın gözyaşlarını görmüştüm.

Oysaki o babaydı. Hani yıkılmaz olan süper kahramanımız, ilk aşkımız.

Ben ilk kez orada kaybetmiştim. Annemin gözündeki arkası kesilmeyen yaşlarından dökülen çaresizlikle beyaz bayrağımı sallamıştım hayata.

Ve ben ilk kez orada ölmüştüm, çaresizlik damarlarımdan akarken ben kendimden nefret etmiştim.

Hissettiğim bu karmaşa karşısında hiçbir şey yapamazken ruhumu gerçeklere teslim etmiştim.

Gerçekler mi daha acıydı, benim o zaman hissettiklerim mi daha acıydı bilmiyorum. Şuan tek bildiğim bitmiş olması.

Geçti.

Bitti.

Kazandım.

Kaybedenler de kazanıyor demek ki...

Sora sora bir firmanın yazıhanesini bulup Konya'ya bilet alırken otobüsün hareket saatine daha çok olduğu için ne yapacağımı düşünüyordum.

Yeni bir hayata başlayanlar ne yapardı? Tabii ki önce kendilerini değiştirirlerdi. Gözüme kuaför çarparken adımlarımı hızlandırıp içeriye girdim.

"Hoş geldiniz efendim. Nasıl yardımcı olabilirim?"

Normal bir insanla konuşmayalı sekiz ay kadar olmuşken anlamsızca heyecan yapmıştım.

Kendimi bir aynanın karşısındaki koltuğa bırakırken yansımama baktım. Eskiden ne kadar güzel ve bakımlıydım. Şu an ise harabeden farksızdım.

"Saçlarımı omuzlarımın az altına kadar dümdüz kesmenizi istiyorum."

Kız belimde olan uzun saçlarıma bakarken bunu gerçekten isteyip istemediğimi merak edercesine yüzüme bakıyordu.

"Dümdüz bir kesim olsun. Ve saçımın altında kalan bir tutamı da pembeye çalan beyaza boyatmak istiyorum."

Kendimi saçlarımın arasına saklamak o an gayet mantıklı gelmişti.

Pembeye çalan beyaz...

"Kaşlarıma da kavis istiyorum."

Yüzüme daha sert bir ifade katılsın istiyorum. Dışarıdan sert gözükürsem belki kırılmam diye...

Aradan geçen iki saatin sonunda aynada artık kendimi daha iyi görüyordum. O harabenin dış cephesini değiştirmiştim ama içim hâlâ aynıydı.

Omuzlarımın altında küt ve dümdüz kesilmiş siyah saçlarım ve alt kısmında olan bir tutam pembelik, bembeyaz olan tenime çok yakışmıştı.

Esmer değildim, kumral da değildim, sarışını söylemiyorum bile. Saçları siyah olup ten rengi açık olanlara ne deniyorsa ondandım işte.

Kavisle düzeltilmiş kaşlarım tam istediğim gibi yüzüme sertlik katmıştı. Badem şeklinde uzanan açık kahverengi gözlerimi daha da ortaya çıkarmıştı. Sık ve gür olan neredeyse kaşlarıma değecek kirpiklerim belki de kendimde sevdiğim en güzel şeydi.

Burnum, yüzüme oranla gayet güzel dururken üst dudağımın inceliği ve alt dudağımın kalınlığı bile bir zıtlık içindeydi.

Dudağımın kenarında olan minik benimi bile unutmuşum. Sanki ilk kez ayna görüyordum. Kendimi bu denli incelememin başka açıklaması olamazdı herhalde.

"Abla sen çok güzelsin, azıcık kilo versen var ya!"

Saatlerdir benimle ilgilenen, okumayı bırakıp burada çalışmaya başlayan kızın sözlerine kıkırdadım. Şu iki saatte hayat hikayesini anlatmıştı resmen.

"Abla yani kilo derken..."

"Kıvranma karşımda, hem nasıl göründüğümü bilmiyor muyum ben?"

Tekrar kıkırdarken şu sekiz aydır gerçek anlamda ölü gibi olduğumun farkına varmıştım.

Yerimden doğrulurken otobüs saatimin geldiğinin farkındaydım. Ücreti ödeyip teşekkürlerimle ayrılırken bilet aldığım yere gidip servisi beklemeye başladım. İnsanların bakışlarına maruz kalırken onlardan hâlâ ürktüğümün farkına vardım.

Bakılacak ne var söyler misiniz?

Servis gelir gelmez hızla binip bir cam kenarına oturdum. Eskiden yaptığım yolculuklarda da cam kenarına oturur, yolu izlerdim. Kulağımda dinmeyen bir müzik bana eşlik ederdi ama şu an bir telefonum bile yoktu.

Servisin hareket etmesiyle daha önce görmediğim İstanbul'u izlemeye başladım. Güzel şehir, yaşanmışlıklara ev sahibi yapan şehir; seninle bir gezi ile tanışıp aşık olmak isterdim ama bana hep sekiz ayımın zehirliğini hatırlatacaksın. Özür dilerim.

Buraya gelmeden önce babama sarılıp ağlamamak için kendimizi sıktığımız o günden sonra boğazımdaki yumru gitmemişti.

Annem saçlarıma öpücüklerini bırakırken ve beni götürmeye hazırken göğsümün üstünde hissettiğim baskı hep benimle kalmıştı. Kendimden vazgeçtiğim anlarda bile onlar benden vazgeçmemişlerdi.

Oysa ne hayallerim vardı benim. Mezuniyet baloma bile gidememiştim. Gastronomi bölümünün hakkını vererek mutfakta sanat eseri oluşturup herkesin damağında ömürleri boyu benim elimden çıkan tatlar kalsın istemiştim.

Aşık olacaktım, tutkulu bir aşk yaşayıp evlenecektik. Ama şimdi önüme baktığımda hayallerimin bile hayal olduğunu görüp gözlerimdeki yaşları durdurmaya çalışıyorum.

Hayalperest kızın hayalleri bile yok olmuştu artık. Gerçekler çalmıştı onu benden ya da şu aptal hastalık...

Servis durduğunda kendimi direkt dışarı atıp içime derince nefes çektim. Temiz hava ciğerlerime dolmamıştı ama rahatlamıştım. Valizimi sürükleyerek otogardaki tuvalete girdim. Aynadan kendime bakarken şu andan itibaren yeni hayatımın başladığına söz verdim kendime.

Siyah bir jean ve sarı ince tişörtüm ile gayet sıradandım. Sıradanlığın kitabını yazacak kadar sıradandım.

Elimi yüzümü yıkadıktan sonra valizimi de sürükleyerek beni bekleyen otobüsüme doğru ilerledim. Bagaja eğilmiş muavin valizlerle o kadar meşguldü ki...

"Benimle de ilgilenir misiniz artık rica etsem?"

Belden yukarısı gözükmeyen muavin bir an duraksayıp yavaşça doğrulduğunda, gözlerimin içine bakıp içten bir şekilde gülümsediğinde dünya benim için durmuştu.

Bir karanlığın içinde kalmıştım ve tek ışık şu an oydu. Kalbim delice çarparken nefesimin kesildiğini hissediyordum.

Kulaklarımda ve beynimde okuduğum bir kitabın altını çizdiğim sözleri uğulduyordu.

"Aşık olduğunuzu anlamamak gibi bir durum yok. O kişi karşınıza çıktığında gözlerine baktığınız ilk saniyede onun sizin katiliniz olduğunu anlayacaksınız. Sakin olun ve katilinize merhaba diyin."

ÖZGÜR RUHWhere stories live. Discover now