43. Bölüm: "Prenses"

Start from the beginning
                                    

"Ege... Ege kaza geçirmişti. Duymuştum. Sesi çok bitkin geliyordu."

"Evet, bildiğim kadarıyla bir kaza geçirdi. Ama bunun konumuzla ne alakası var?"

"Bir alakası yok. Sadece merak ettim işte."

"Hiç bıkmayacaksın. Değil mi? Seni umursamayan birinin peşinden koşmaktan..."

"Beni umursamayan biri yok ortada ve ben kimsenin peşinden koşmuyorum."

"Kimi kandırdığını sanıyorsun? Kendini mi? Yoksa beni mi? Sonradan gelen biri nasıl olur da en yakın arkadaşının yerine geçebilir?"

"Ne?"

"Mete diyorum. Dün, onda bir terslik vardı ve bunu fark ettin. Ama Ege'nin neden gelmediğini düşünmekle o kadar meşguldün ki ne olduğunu sormadın bile."

Doğru söylüyordu. İtiraz edemedim. Kendi dertlerimle boğuşup Mete'yi unutmuştum. Böyle bir aptallığı yaptığım için kendimi asla affetmeyecektim.

"Ama Ege'nin seni umursayıp umursamadığı daha önemli değil mi? Seni kurtarmaya gelmemesi, Mete'den daha önemli. Lan, kendimi geçtim. En yakın arkadaşından bahsediyorum. Zaten ben, senin gözünde hiçten başka bir şey değilim. Ama ya Mete?"

"Ne oldu? O gün orada ne oldu?"

"Bunu sormak için fazla geç kaldın, Balum. Umarım bunun farkındasındır."

"Tamam, haklısın. Ama ne olduğunu bilmek istiyorum."

Arkasını döndü ve yürümeye başladı. Hemen peşinden gittim. "Anlat!"

"Ege anlatsın."

Hızını iki katına çıkardığında, ben de onunla birlikte hızlandım. Birden bileğimde hissettiğim acıyla yere yığıldım. Dudaklarımın arasından acı dolu bir inilti yükseldi. Kahretsin! Tam bileğimi burkacak zamanı bulmuştum.

"İyi misin?" dedi şefkatli bir sesle. Ne ara yanıma gelmişti, bilmiyordum.

Zar zor konuşarak cevapladım sorusunu "İyiyim. Bir şeyim yok."

"Tabii, ben de inandım." sert bir bakış attım. "Peki... Gel hadi böyle gidemezsin."

"Hayır!"

"Balum, ısrar etme işte. Böyle gidemezsin. Biliyorsun değil mi?"

"Biliyorum. Ama gitmek istediğimi söyleyen kim? Bana her şeyi, teker teker anlatana kadar hiçbir yere gitmiyorum."

Gözlerini kısıp baktı. Bu konuda kararlı olduğumu fark edince ısrar edemedi. "Peki. Ama yolun ortasında oturma. Bir kafeye gidelim. Söz veriyorum anlatacağım her şeyi."

Derince baktım gözlerine. Fazlasıyla ciddi duruyordu. Yine de hayat bana, kimseye güvenmemeyi öğretmişti.

"Güvenmiyorum."

"Söz verdim, Balum. Sözünden dönen biri olmadığımı bildiğini sanıyordum. Az zaman geçirmedik, birlikte."

"Kime güveneceğimi bilmiyorum, Atlas. Kimin yalan söylediğini, kimin doğruyu söylediğini bilemiyorum, ayırt edemiyorum."

"Sen de haklısın. Ama benim bu konuda şakam yok. Çünkü ortada şaka yapılabilecek nitelikte bir durum yok. Seni kandırmaya da çalışmıyorum. Hatta istersen evine gidelim. Bileğin iyi durumda olmayabilir. Yapılması gerekeni yaparız ve sana her şeyi anlatırım. Anlaştık mı?"

Dediklerini kafamda ölçtüm. Sonunda kabullenmiş bir sesle "Peki." dedim.

O gün yaptığı gibi, kollarını, ufak bedenimin altından geçirip havaya kaldırdı. Hiç zorlanmadan, zaten yakın olan evime taşıdı. Cebimden anahtarımı çıkarıp açtım kapıyı.

Artık Çok GeçWhere stories live. Discover now