''Tehdit edilince öyle şeyler yapabiliyor.'' derken kitabımı koltuğa bıraktım sertçe.

''Günaydın demek Türk'ler için tehdit mi oluyor?'' derken daha çok sırıttı. Gözlerimi kısıp öne doğru eğildim.

''Döner bıçağıyla kavga edecek kadar bir tehdit.'' dediğimde sırıtması gülüşe dönüştü. Gözlerimi devirdim. Adam'ı Türkiye'ye götürsek erkeklerin 'bacıyla, sevgiliyle' asla ama asla tanıştırma kategorisine giriyordu. Hele o suratındaki sırıtış. Döner bıçağı değil levyeyle ağız burun kırma işlemine kadar götürürdü kavgayı. ''Döner bıçağının ne olduğunu biliyor musun?'' Adam sorumla şaşırdı sonra hayır anlamında kafasını salladı. ''Ben de öyle düşünmüştüm.'' 

''Bıçaktan korkmam mı gerekiyor?''

''Estağfurullah sen neden korkasın ki? Bıçak senden korksun. He, tabi bıçak gusüllüyse yandın.'' dediğimde iyice anlamsızca bana baktı. ''Türkçe bilmiyorsun dimi gusülsüz gavur.'' gülmeme engel olamadım. Bilerek İngilizce konuşmayacaktım. Japonya first lady'si yıllardır hoşlanmadığı kişilerle aynı ortamda olunca İngilizce bilmiyormuş numarası yapıyordu. Yıl 2015'ti ve bu kadının taktiği yıllardır hiç eskimemişti. Eskimeyecekti. Tabi ben bunu başka dillerde kullanıyordum. ''Ben okula gidiyorum, görüşmeyelim mümkünse.'' dedikten sonra ayağa kalkıp yerdeki çantamı aldım ve koşarak dışarı çıktım. Adam'dan kaçmak değildi amacım, kızlar beni bırakıp gitmiş olamazdı. Tahmin ettiğim gibiydi. Hira kapıyı açıp eliyle gel işareti yaptı. Koşarak taksiye bindim.

''Geç kaldın. Adam etkisinin seni daha hızlı getirmesini bekliyordum.'' Hira sinsice sırıtarak bana baktı. 

''Pislikler.'' Diyip çantamı sertçe kucağına bıraktım. Ayakkabılarımı giyememiştim bile. Giymek için eğildiğimde güldüm.

''Hey içerde ne oldu!'' Melisa heyecanla atıldı. Ayakkabımı tam giymeden doğruldum. Şoföre baktım. Dikkati yoldaydı. 

''Japonya First Lady'si taktiği.'' dediğimde ikisi de aynı anda güldü. ''Hey gülmeyin ya Türkçe bilseydi.''

''Hadi ama Çince bilmesi daha olası bir durum.'' Melisa öne eğilip göz kırptı. Benim anlamsızca baktığımı görünce gözlerini devirdi. ''Eva, cidden bir milyar insan Çince biliyor ve Türkçe'yi sadece seksen milyon. Çince bilmesi daha normal.'' 

''ah.'' dedim. Haklıydı. Hiç bu açıdan düşünmemiştim. 

''Çince öğrenmeyi bırakıyorum.'' Hira kendi kendine mırıldandı. 

''Akıllı bir seçim.'' Melisa ile aynı anda söylediğimiz cümleye gülmeden edemedim. Türkiye'ye gitmeseydim onlarla asla tanışamayacaktım. Birbirimizin hayatını etkiledik. Onları burada eğitim almak için cesaretlendirmek kolay olmamıştı. Benim kendimi bulmamda yardımcı olmak onlar için kolay olmamıştı. Tekrar ayakkabılarımı giymek için eğildim.

-

Kafamı amfi masasına gömmüş ağlamak istiyordum. Çok sıkıcıydı. Kadın düşmanı Freud başımı ağrıtmıştı. Kafama çarpan cisimle doğruldum. Defterimin kenarında duran kağıdı açtım.

'Bay Reed sana bakıyor. Sıkılmıyor numarası :)' 

Notu atan kişiyi görmek için kafamı çevirdiğimde Josh kaşlarıyla ders anlatan Bay Reed'i gösterdi. 

'Teşekkür ederim.' 

Dudaklarımı oynatarak söylemiştim. Önüme döndüm. Tüm sınıf bu adamın dersinde sıkılmıyor numarası adı verdiğimiz 'Dersi dinliyoruz ve asla sıkılmıyoruz' numarasını yapıyorduk. Yoksa bizi uygulama derslerine çıkarmıyordu. Ben bu numarayı kaldıramayacaktım. Bay Reed'in her dudağı oynadığında kafama çekiçle vuruluyor gibiydi. Freud kafalı ırkçı herif! Elinden gelse kadınları bir binaya kapatıp yakardı. Freud bunu yapar mıydı tartışılır. Belki Bay Reed Freud'dan daha kötüydü. İşte dayanamayıp ayağa kalktığımda buldum kendimi. Yavaşça insanları rahatsız ederek oturduğum amfiden çıktım. Seri adımlarla dersten çıktım. Çıkar çıkmaz sesli derin bir nefes almak oldu. 

''Huh.'' nefesimi verirken de aynı şekilde mutluluğumu dışa vurdum. 

''Daha erken çıkmanı bekliyordum.'' duyduğum sesle yerimde sıçrayıp sese döndüm.

''Cidden?'' 

''Tabi ki Bay Reed'e bu kadar uzun süre katlanmak başarı.'' Adam  oturduğu yerden kalktı. Poposunu temizledi.

''Onu kastetmedim biliyorsun.'' dediğimde sırıttı. Bugün güleç tarafından mı kalkmıştı?

''İngilizce konuşmaya karar verdin demek.'' bana yaklaşmayı aramızda birkaç adımlık mesafe kaldığında kesti.

''Birçok dil biliyorum ve bunları kullanarak hava atmak harika.'' dedim. Sİnsice sırıttım.

''Ne tesadüf ben de biliyorum.'' derken sırıtışı silindi. Kendinden emin şekilde bana baktı. İçimden kocaman bir küfür dilime doğru savruldu. Türkçe? Rezil olmuştum. Bir sürü aptal şey söylemiştim. O an dilim beynime öpücükler gönderdi. Ettiğim kelimelerin anlamını nereden bilecekti ki? Bunlar Türkçeyi yaşamakla öğrenilecek şeylerdi. ''Sadece her Amerikalı gibi İspanyolca ve zor olarak da Çince.'' dediğinde gözlerimi devirerek ona baktım. Melisa haklı çıkmıştı. Sanırım herkes Çince biliyordu. 

''iyi ne hoş.'' dedim ve arkamı döndüm.

''Sen söylemeyecek misin?'' diye arkamdan seslendi. Duymamazlıktan geldim. ''Ah Peter Kavansky!'' diye bağırdığında ise gayet duymuş ve duyduğumu belli edercesine ona dönmüştüm. Elinde kitabımı tutuyordu. İlk sayfası açıktı. Benim aptal gibi yazdığım şeyi okuyordu. ''Keşke gerçek olsaydın, Eva.'' dediğinde sinirle ayağımı yere vurdum.

''Kitabımı mı çaldın?'' 

''Hayır sadece düşürmüştün.'' 

''Evimde koltuğun üstünde mi?'' dedim. Gerçekten sinirimi bastıran tek şey utançtı. 

''Evet, çok tehlikeli bir yer. Ya başkası bulsaydı. Sonuçta lise aşkı kitapları pek sahibine ulaşmaz.''

''Bir kez o genç yetişkin tarzında bir kitap tamam mı? Teşekkür ederim alabilir miyim kitabı mı?'' hızla ona yürüyüp kitabı almak için hamle yaptım. Aptaldım. Beni oraya çekmek için öylece durmuştu. Yanına gittiğimde ise kitabı kaldırmıştı. Kısa biri değildim. Hatta 1.78'lik bir boyla çoğu kadından uzundum. Şimdi kısa kalmıştım. 

''Hayır.''

''Bugün canın oyun mu oynamak istiyor? Soğuk, vurdum duymaz Adam birden şakacı oyuncu mu oldu?'' diye bağırdım. Omuz silkti. Sinirle ayağımı tekrar yere vurdum.

''Konuya göre değişir.''

''Dur tahmin edeyim, kötü, insanları küçümseyen oyun kurucu sensin değil mi?'' diye tısladım.

''Dur tahmin edeyim, çalışkan, insanların küçümsediği inek öğrenci sensin değil mi?'' beni taklit etmişti. Kaşlarımı çattım. Öyle biri değildim ama ona söylemedim. Bunu bilmesine gerek yoktu.

''Kitabımı alabilir miyim?'' sorusuna cevap vermeden onu şaşırtmaya çalışmıştım. Kitabı almak için hamle yaptığımda tekrar yukarı kaldırdı. 

''Hayır.''

''Ah! Senin olsun yenisini alırım. Belki sen de Peter Kavansky'e aşık olursun.'' dedikten sonra sinsice sırıttım ve arkamı döndüm. Bir adım atamadan olduğum yere yapıştım.

''Belki okulda Peter Kavasnky'nin gerçek olması dileğini paylaşmalıyız. Peter'ı bulursun belki?'' 

''Yapamazsın.'' yavaşça ona döndüm.

''Yaparım.'' dediğinde yapacağını gözlerinde gördüm. Şuan eski Adam'dı acımasız. Şakası olmayan. Yutkundum.

''Ne istiyorsun?'' diye fısıldadım.

''Öğle yemeği.'' dedi. İtiraz kabul etmediği her şeyiyle belliydi.



Diğer hikayelerim profilimde bulabilirsiniz.

İnstagram: Eva_Wattpad

Eva; Gelecek UmutturWhere stories live. Discover now