on üçüncü

40 9 3
                                    

"Bavullarınızı doğru odaya bırakmayı unutmayın millet, sonrasında bir karışıklık yaşanmasını istemiyoruz." Yavaş yavaş kurulmaya başlayan sahnenin üstündeki yapılı adama bakarken gelen güneşten dolayı hafif kıstım gözlerimi. Alnımda ter damlacıklarının oluşmaya başladığını hissediyordum ve ben terlemekten tam anlamıyla nefret ederdim. 

Elinde iki limonatayla gelen Jihoon'a yaklaştım yavaş adımlarla. Şuan görebileceğim en iyi şey buz gibi bir limonataydı. Birini bana uzattı ve diğerinden de iki üç yudum alarak sahneye döndürdü gözlerini. 

"Bildiğin daha serin bir yer var mı?" diye mırıldandım sıcaktan bunaldığımı belli edercesine. Soğuk havaların bir kaçışı vardı, kat kat giyinerek ısınabilirdiniz ama sıcaklar öyle değildi. Ne kadar çıkartırsanız çıkartın asla tam anlamıyla serin hissetmezdiniz. 

Kafasıyla beni onaylayan Jihoon'un peşine takıldım seri adımlarla. Etrafta bir sürü meşgul insan vardı, bu sıcakta bavul taşıyanları gördükçe ben yoruluyordum adeta. Neyse ki Jihoon bunu hesaba katmış olmalıydı ki bizi erkenden getirmişti buraya. 

Adımlar durduğunda etrafıma göz gezdirdim ayrıntılı bir şekilde. Festivalin olacağı alan oldukça yeşillik dolu bir alandı zaten ama burası... Başka bir evren gibiydi. Koca bir çınar ağacının altına konulmuş bankları gösterdi parmağıyla. "Bu banklar buradaki en serin yer. Neyse ki henüz kimse işini bitirmediği için boş yakaladık. Yoksa çoktan ana baba yerine dönmüştü burası." 

Gülümsedim ve adeta seker adımlarla ilerledim banklara doğru. Arkamdan bana güldüğünü işittiğimde neşem daha da yerine geldi ve tamamen ağacın koca dallarının gölgesiyle kaplanmış olan banklardan birini seçerek sırtımı kovuğa doğru yasladım. O da benim yanıma geldi ve tıpkı benim gibi oturdu. Uçuşan saçları arasından gülümseyen yüzünü görebiliyordum ve bunun gördüğüm en iyi manzara olduğundan şüphem yoktu. 

"Bana festival hakkında bir şeyler anlatsana." Dedim ayaklarımı ileri geri sallarken. "Ne gibi şeyler?"

"Ne bileyim işte. Son 15 gün kala provaların burada yapıldığını bile o gün senin evinde konuşurken öğrendim. Ne yapılıyor bu festivallerde? Kaç saat sürüyor? Çok kalabalık olur mu?"

"Üç gün sürüyor  festival." Demesiyle şaşkınlıkla ona döndüm. Ben öğleden sonra dört gibi başlayıp en geç gece yarısında biten bir şey beklerken üç gün demişti bana. "O kadar uzun mu oluyor ya?" 

"Hmhm. Ama sıkılmazsın hiç, her anı dolu dolu geçer yaz festivallerinin. Her sene katlanan coşkuyla katılır ve aynı çocuksu heyecanla bekleriz."

"Sıkılmayacağımdan eminim zaten. Neler oluyor peki?"

"İlk gün yarışmalar olur genelde. Bilirsin işte, bize özgü bir kaç oyun, yarışma gibisinden şeyler. O günün akşamı herkes burada toplanır ve sabaha kadar oturur çoğu kişi. Gün batımı da doğuşu da en güzel buradan gözükür çünkü."

Heyecanla ona döndüm yine. İçimdeki o küçük çocuk Hyunsuk'u dizginleyemiyordum. "Bizde izler miyim gün doğumunu?" Bu heyecanıma önce gülümsedi ve sonrasında kafasını aşağı yukarı sallayarak onayladı beni. "Sen istersen izleriz."

"Sonra? Sonra ne olur?"

"İkinci günde şarkı yarışmaları. Grup olarak, tek başına söyleyenler, dans edenler. Bu kısmın bitmesi genelde akşam yediyi bulur ve onca yüksek sesten sonra hiç kimse başka bir şey yapmak istemez. Üçüncü gün çoğunlukla boş geçen bir gündür. Herkes kafasına göre takılır. Akşam saat dokuz gibi yine burada buluşuruz, gece yarısına kadar sohbet falan edilir klasik. Gece yarısı ise dilek fenerlerini yakarız."

"Dilek feneri mi?" Diye bağırdım ses tonumu dizginleyemezken. "Dilek feneri de mi yakıyorsunuz?"

"Sever misin dilek fenerlerini?"

"Evet! Yani buna sevme diyebilirsem aslında çünkü daha önce hiç yakmadım ama internette görünce çok özeniyordum. İlk seferim olacak."

"Benimde." Kaşlarımı çatarak ona döndüm. Onca yıldır katıldığı bu festivallerde daha önce hiç dilek feneri yakmamış mıydı? Ama neden?

"Nasıl ilk seferin? Festivallere katılmıyor muydun?"

"Katılıyordum. Dileyecek bir şeyim olmadığı için genelde sadece diğerlerinin yakmasına yardım ederdim." 

"Nasıl yoktu? Diğerleri ne diliyordu ki peki? Eminim hep beraber olmanızı yazmışlardır her defasında. Sende yapsaydın keşke."

"Bizim birbirimizden ayrılmamamız için dilek fenerlerine ihtiyacımız yok. Yollarımızın ayrılmayacağından oldukça eminiz ve ayrılsa bile bir gün kesişeceğinden de. Eminim onlarda ayrılmamamızı falan dilemiyorlardır."

"Aranızdaki samimiyeti seviyorum."

"Bende bizim aramızda olmanı seviyorum." 

Gülümsedim kocaman. Her cümlesi insanın içini ısıtan türdendi. Nasıl oluyordu bilmiyordum ama yapıyordu işte. 

"Peki bu sene?" Dedim az önceki heyecanımı yakalayarak. "Bu senede mi dilek feneri yakmayacak mısın?"

Yüzündeki tebessümle bana döndü. Hemen cevap vermek yerine bir süre bekledi. Saçlarının alnında uçuşunu, güzel gözlerini, şekilli burnunu, kıvrımlı dudaklarını ve burnundaki piercingi izledim bende bu sessizlikten yararlanarak. Yine şaşırdım kaldım güzelliğiyle. Tanrı'nın onu bu kadar özene bezene yaratmasını düşündüm derince. Sonunda ağzını açtığındaysa toparladım kendimi. 

"Bu sene diğerlerinden farklı. Artık yollarımızın asla ayrılmamasını dilediğim birisi var ve dilek fenerlerinin bunu bilmesi gerekiyor."

----

bugün iki bolum gelecek ✍🏻✍🏻

senden başkası kimmiş neymiş bilmiyorum, hoonsukWhere stories live. Discover now