yedinci

72 10 4
                                    

tam karşımda bir çarşaf gibi serilmiş olan denize baktım gülümseyerek. buradaki en sık ziyaret edilen yerlerden birinin burası olduğunu duymuştum büyükannemden ve sonunda gelebilme şansını bulmuştum. 
kalabalık olduğu zaman hiçbir anlamı olmayacağını düşündüğüm için de gecenin ikisinde gelmiştim. büyükannem yatağında derince uyurken, sessiz olmaya özen göstererek çıkmıştım evden ve evet, şimdi buradaydım. 

yanımdaki biralara kısa bir bakış attım. almıştım ama içmemiştim henüz birini bile. en son içtiğimde neler olduğunu çok net hatırlıyor olmam itmişti sanırım beni bu karara. her hatırladığımda kafamı duvarlara sürtme isteği uyandıran bu olay o anda yaparken o kadar mantıklı gelmişti ki... 
sanırım duyguları dinleyerek yapılan anlık hataların en büyük güzelliği buydu: bir anlığına dahi olsa mutlu hissettirmesi. 

gözlerimi geri denize çevirmemden bir süre sonra yanımdan gelen seslerle irkilerek geriye doğru atmıştım kendimi hafifçe. benim çekilmemle gelen kişiyi de korkutmuş olmalıydım ki endişeden gözlerimi kapatmadan saniyeler önce onunda yalpalandığını görmüştüm. 

"benim." diyen sesle açtım gözlerimi. jihoon'du gelen. 

ne işi vardı burda? üstelik nerden bilmişti burada olduğumu? 

sorularımı sorabilmek ve daha fazla rezil olmamak için eski pozisyonumu aldım. "neden geldin?" diye mırıldandım içime kaçmış gibi çıkan sesimle. 

poşetteki biralardan birini aldı ve "gelemez miyim?" diyerek açıp kafasına dikti bir çırpıda. çok tutmadı dudaklarında yalnız. hemencecik geri çekti şişenin ağzını. 

"yok ondan değil, gelebilirsin tabii de. beklemiyordum gelmeni." 

dudaklarını büzerek bana döndürdü yüzünü. "gideyim mi yani?" 

"ne alaka? öyle bir şey mi dedim?"

o kadar hızlı ve çemkirircesine söylemiştim ki bunları, çocuk da gülmeden edememişti haliyle. "ne gülüyorsun şimdi?" 

omuzlarını silkti önce, gözlerini denize çevirip gerçekten derin bir iç çekti. "şirin olduğun için." 

ne yapmaya çalıştığı hakkında zerre bir fikrim yoktu. o gün ona söylediklerimden sonra böyle davranıyor olmalıydı. ama yanlış anlayıp anlamadığı konusunda şüphelerim vardı, bana iyi davranmasını söylerken ondan hoşlandığım için mi söylemiştim yoksa suratını sadece bana astığından moralimi alt üst ettiği için mi bilmiyordum. 

"bir anda çok iyi davranmaya başladın bana." 

"sen söylemiştin bana bunu yapmamı." 

küçük bir 'hah' çıktı ağzımdan. "sadece ben söylediğim için mi yapıyorsun? seni zorlamışım gibi." 

"insanların söyledikleri şeyleri sadece dile getirdikleri için yapan birine mi benziyorum?" 

çok uzundu bu cümle. beynim bunu anlayacak ve yorumlayacak durumda değildi şuan. "nasıl?" dedim salak gibi açıklamasını istediğimi belirtmek için.

"diyorum ki: genelde insanların söylediği şeylere göre hareket eden biri değilim." 

"anladım." 

"neden sorguladın ki bir anda sana iyi davranma mı?" 

"bilmem. başlarda yüzün sadece bana asıktı. hep beraberken yapılan şakalara gülerken göz göze geldiğimizde bile hemen düşürürdün gülüşünü." 

"o kadar suratsız mıymışım ya?"  

güldüm seslice. "yani," dedim sondaki i harfini uzatarak. tam üstüne bastın park jihoon. suratsızların kralıydın sen. 

"iyi bol bol gülümserim artık sana." 

aramızda bir süre sessizlik oldu sonrasında. diyecek bir şey bulamadığım için sesin ondan çıkmasını beklemiştim ve o da biliyormuşçasına "başlarda sana öyle davrandım çünkü nasıl biri olduğunu bilmiyordum. sadece büyükannenin anlattıkları vardı elimde ve hiç kimse torununu kötülemezdi."

"anladım ama açıklamana gerek yoktu inan. ben olsam bende bir yabancıya böyle davranırdım." 

"ama artık yabancı değilsin öyle değil mi? bizden birisin."

"bilmem, öyle miyim?" 

cevap vermedi bu soruma. sanırım istediği cevabı alamadığı içindi bu sessizliği. ne zaman açtığımı bile bilmediğim bira şişesinin bittiğini fark edince kenara koyup yenisini açtım.  

"aslında," diye mırıldandım ve dudaklarımı ıslattım hafifçe. yüzü bana dönmüş bütün odağı beni bulmuştu. "buraya gelmeyi hiç istememiştim başlarda." neden anlattığımı bilmiyordum ya da devamında neler anlatacağımı. sadece istiyordum, onunla bir şeyleri paylaşmayı, belki yorum yapmasını ya da sadece sessizce beni dinlemesini. 

"biraz sorunlu bir tipim işin aslına bakarsan. burada, size dünyanın en masum insanı gibiymişim gibi gözüksem bile. bu sorunlu kişiliğim alakamın bile olmadığı bir yerde beni okuldan attırdı sonunda ve ailemin zoruyla geldim buraya. seni biliyordum sadece başlarda." duraksadım ve şişeyi dudaklarıma götürüp bir kaç küçük yudum aldım. 

"o da büyükannemin anlattıklarından işte. ne sen beklediğim gibi biri çıktın ne de diğerleri. hiç anlaşamayacağımızı düşünmüştüm. zorla iletişim kuracağımızı ve yazın bana zehir olacağını falan. ama beklediğim gibi çıkmadı diyebilirim. kısa bir süre bile geçmiş olsa aradan, size fazlaca alıştım. gerçekten arkadaş olduğumuzu düşünecek kadar. sanırım ilk gerçek arkadaşlarım sizlersiniz." diyerek bitirdim cümlemi. derin bir nefes alıp dolan gözlerim yüzünden akan burnumu çektim hafifçe. hafif sarhoş olmaya başladığım için miydi bu duygusallık yoksa günlerdir içimi kemiren bu düşünceleri birine anlatma fırsatı bulduğumdan mıydı bilmiyordum. 

gözlerimi jihoon'a döndürdüm ve bir şey demesini bekledim. dinlemesi iyiydi ama ağzını açıp tek bir kelime dahi olsa bir şeyler demesini istiyordum. en azından sırtımı falan da pat patlayabilirdi. o kadar rezil bir durumdaydım anlayacağınız. 

hafif kızarmış kulakları sarhoş olma yolunda gittiğini gösteriyordu. gözlerimiz birbirini seyretti bir süre öylece. ne o bir şey demeye kalkıştı ne de ben. o bir şey demeden de demeyecektim zaten. kendime kendime konuşmuş gibi hissedecektim. 

bir süre sonra açılan ağzı bile bütün dikkatimi ona verdim. şuan bomba gibi bir teselli paragrafı hazırlamış falan olabilir miydi?

"ben, senin arkadaşın değilim ve olmayacağımda. senin için bir arkadaş olarak kalmak istemiyorum" 

---------

cokkotucokkotucokkotucokkotucokkotu 


senden başkası kimmiş neymiş bilmiyorum, hoonsukWhere stories live. Discover now