on sekiz

3.4K 204 24
                                    

Dünden sonra sanki Azad ile bir anlaşma imzalamıştık, imzamızı dudaklarımız ile atmıştık. Artık onun benden kaçmayacağını ve bana yardımcı olacağını bilmek içimi tarifi imkansız duygulara boğuyordu.

Şahmeran hikayesi anlatılırdı bizim buralarda hep, bir efsaneydi aslında. Şahmeranın fotoğrafı küçüklüğümden beri her yerdeydi. Kendimi o kuyunun içinde ki Cemşab'a benzetiyordum. Bir kuyuda mahsur kalmıştım, onu arkadaşları o kuyuya atmıştı ama beni babam bu kuyunun içine zorla sokmuştu. Bu kuyuda kalırsam, güvende olacağımı söylemişti.

Ama ben kuyuda durdukça vahşileşiyordum. Cemşab'ı arkadaşları orda bırakmıştı, beni canımdan can olan babam.

Şimdi o kuyudan bir ışık süzüyordu.

O ışık Azad Hanoğlu'ydu.

Çarşıda dolanırken beni gören insanların ve daha doğrusu acımasızlığım ile daha yüzleşmemiş olan Midyat halkından bazıları gelip elimi öpüyorlardı. Bir gün bütün halkın benden nefret edeceğini düşünürdüm, ama belki de benim Azad'a olan sevgim sayesinde onlar da beni sevmeye devam edecekti.

"Hoşgeldin ağam, otur bir çayımızı iç." dedi orta yaşlı bir adam, gülümsedim.

"Sağolasın..." dedim samimi bir şekilde. Elimi kalbime koyup eyvallah gibisinden iki kere vurdum.

Burada ki bir mekana gelmiştim, uzun süredir iş verdiğimiz çalışanların kaytardığını söylemişti Kerem. Kendisi ne kadar görünse de elbette bir ağayı karşılarında görmek onları daha korkutmuştur.

Çarşı kalabalığından ayrılıp arabama doğru ilerledim. Artık yanımda Kerem'i fazla gezdirmemeye karar vermiştim. Beni sorgulamasını istemiyordum. Arabayı çalıştırıp kalabalıktan uzaklaştım. Telefonumu cebimden çıkarıp, ışığımı aradım. Üçüncü çalışta açtı.

"Alo.." dedi sakin bir tonda.

"Arazide ki eve geçiyorum... Gelecek misin?" diye sordum hafif çekinerek. O sırada sağa doğru döndüm. Biraz durdu.

"Bilmiyorum, ama gelmeye çalışırım." dedi sesini biraz daha azaltıp.

"Bekliyorum." dediğimde birkaç saniye öylece durduk. Ardından bir şey demeyeceğimizi anlayınca telefonu kapattım. Telefon görüşmesi bile garip geliyordu. Azad Hanoğlu'nu özlediğim için arıyordum ve eve çağırıyordum... Bir ay öncesine kadar biri bunu deseydi muhtemelen kahkahalar ile güler, ardından da acımaz öldürürdüm.

Araziye geldiğimde kapının önünde arabayı durdurdum ve aşağı indim. Hava kararmak üzereydi. Yan tarafta ki poşete uzandım ve kapıyı kapattım.Bir türküyü ıslık çalıp evin kapısını açtım ve içeri girdim.

Bu ev bana nedensizce güzel hissettiriyordu. Onun ve benim evim gibiydi. Ve dün burada öpüşmüştük. Azad Hanoğlu ile! Kendi kendime sırıttım ve poşetin içinde ki biralardan bir tane alıp koltuğa oturdum. Bazen bu biraları su niyetine içiyordum.

Hava karardığında halen gelmemişti. Artık evliydi, ve bu yüzden çıkamıyor olabilirdi. Üstelik yeni evliydi. Onu Beritan ile düşününce canım acıyordu. Düşünmek istemiyordum. Onu kendimle bile düşünemezken, başkası ile düşünmeye kalbim yanıyordu.

Bir araba sesi gelince, nefesimin kesildiğini hissettim. Gelmişti.. Ayağa kalkıp kapıya doğru gittim. Kapıyı açtığımda tam karşımda duruyordu. Birkaç saniye birbirimize baksak da kenara çekildim geçmesi için. Derin bir nefes alıp içeri geçti. Üzerinde takımı vardı, muhtemelen işten geliyordu. Demek ki eve uğramamıştı. Kapıyı kapatıp, içeriye ilerledim. O koltuğa oturmuştu. Gidip yanına oturdum. Bakışları bana çevrildi.

"Hoşgeldin." dediğimde sadece kafasını sallamıştı. Yakınlaşıp dudağına bir öpücük kondurdum. Ben geri çekildiğimde, dudağını refleks olarak yalamıştı.

"Çok garip ya.."

"Öyle... ama... güzel." dedim neyi kasteddiğini anlayarak. Yutkundu yüzüme bakarken. Dayanamayip koltukta ona yaklaştım. Kollarımı ona sardım ve kafamı göğsüne koydum. Kalp atışlarını duyuyordum. Dünyada duyduğum en güzel ses bu olabilirdi. Azad'ın kalbinin sesi.

"Evine gitmiyorsun, Beritan bir şey demiyor mu?" diye sordum, karın diyememiştim. Sıkıntılı bir nefes aldı.

"Diyorsa da yüzüme diyemez." dedi. Laf ettiğini bildiği halde yanıma geliyordu. Gözlerimi kapattım huzurla.

"Ne olacak şimdi, beni kuma olarak mı alacaksın ona?" alala konuştuğumda sarsıldı. Gözlerimi hızla açıp ondan ayrıldım ve gülen yüzüne baktım. İlk defa bana samimi bir şekilde gülüyordu. Ona dehşetle bakmıştım galiba çünkü gülüşünü dudaklarını bastırarak durdurmaya çalışıyordu.

"Keşke hep bana böyle gülsen." dedim hülyalı bir sesle. Gülüşü yavaş yavaş solarken, gözlerimin içine derince baktı.

"Beni gerçekten çok seviyorsun..." dedi teyit etmek ister gibi.

"O kadar çok seviyorum ki, sen nefes alıyorsun diye Allah'a şükür edip, şükür namazı bile kılabilirim." dedim.

Gözlerimin içine baktı, uzun uzun ve derin bir şekilde. Ardından bana yaklaştı, dudaklarını benim dudaklarıma itti. Birkaç saniye öylece durdu, ardından geri çekildi. Kalbimin durmuştu ya da hızlanmıştı bilmiyordum. Ama şuan hissetmiyordum.

"Ah be Azad..." dedim nefes alamayarak. Yeniden ona sarılınca bu sefer belime elini koymuştu ve beni daha çok kendine çekti. Ne kadar öyle durduk bilmiyordum ama telefon sesi kulaklarımızı doldurunca Azad çıkarıp baktı. Arayan Beritan'dı. Birkaç saniye ekrana baktı ama ardından koltuğun kenarına koydu. Başımı yeniden ona yasladım. Telefonun sesi kesilince, aklımda ki soruyu pat diye sordum.

"Beritan ile sen... oldu mu?" diye sordum. Halen bir erkeğe aşık olduğumu unutuyordum. Sanki onun karısı ve namusunu ortalık muhabbeti yapıyormuş gibi hissediyordum.

"Oldu." dediğinde, dişlerimi sıktım. Vücudumun gerildiğini anlamıştı ki belimde ki elini biraz daha sıkılaştırdı.

"Baran... Adetlerimizi biliyorsun." dedi açıklamak ister gibi. Biliyordum, ilk günden o iş görülür ve ardından kanlı yorgan kaynanaya gösterilir. Hatta belki yakın akrabalarda ki tüm kadınlara. Bazıları saklardı, sandığa koyardı.

"Biliyorum..."dedim kısık sesimle.

"Ama yemin ederim, o günden beri dokunmadım... ona da yazık ama zaten bu evlilik görücü usulü oldu. Sadece soy devam etsin diye... işte." dedi cümleleri kendine açıklamak ister gibi. Kafamı kaldırıp halıya dalmış olan yüzüne baktım. O da bakışlarını bana çevirdi.

"Ne olursa olsun seni asla bırakmayacağım." dedim.



BARAN Where stories live. Discover now