Ophelia ilk başlarda çok kötü durumdaydı. Kocasının kaybı sonrası doğru dürüst yas tutma imkanı bulamamış, oğlunu arama çabalarına girişmişti. Ancak son zamanlarda biraz toparladığını söyleyebilirdim. Ophelia ile sık sık küçük çay partileri düzenliyorduk. Bu partiler sadece kadınların bulunduğu, dedikodunun sıkça yapıldığı eğlenceli partilerdi. Açıkçası hiç tanımadığım insanların arkasından konuşmanın bu kadar keyifli olabileceğini bilemezdim. Üstelik bu partiler sayesinde çok tatlı kadınlarla tanışmış, arkadaş edinme fırsatı bulmuştum. Öte yandan bu küçük sohbetler sayesinde Ophelia gün geçtikçe iyileşiyor gibiydi. Hâlâ mutsuzdu ve oğlunu bulma hayalleriyle yanıp tutuşuyordu ama yalnız kalmamak ruhundaki kara bulutları dağıtıyordu. Annesindeki bu gelişmeyi gören Vincent, annesini yalnız bırakmadığım için bana defalarca teşekkür etmişti. Ona, teşekkür etmek istiyorsa içi boş kelimeler sarf etmek yerine beni öpmesi gerektiğini söylemiştim.

İletişim kurmakta en zorlandığım isim İvan'dı. Rena'yla bile sık sık konuştuğum olmuştu ancak İvan'la bir türlü konuşamıyordum, içimden gelmiyordu. Geçmişte yaptıklarını kolayca silemiyordum. Üstelik İvan da benim gibi geçmişi silememiş olacak ki Kraliçe olmam onun bana olan tavrında herhangi bir değişim yaratmamıştı. Bir gün aramızdaki soğuk buzları eritme amacıyla onunla konuşmaya karar vermiştim. Sohbete başlamak için doğru zamanı beklerken onu izlemiştim. Başını aniden kaldırıp neden ona aptal bakışlar attığımı sorunca kendimi tutamayıp ağır hakaretlerde bulunmuştum. O zamandan sonra ne zaman birbirimizi görsek kavga etmiştik. Artık iğneli sözlerimiz günlük bir rutin haline gelmişti ancak karnım büyüdükçe İvan bana daha anlayışlı davranmaya başladı. Bir gün oturma salonunda çay içerken aniden bana döndü. Aklının almadığı büyük bir gerçek varmış gibi şok içinde, "Yüce Tanrılar adına," dedi. "Hamilesin sen."

Çayı suratına dökmemek için kendimi zor tutmuştum.

Ancak son zamanlarda kavgalarımızın daha eğlenceli bir boyutta olduğunu söylemem gerekiyordu. Aklım almasa da onu anlamaya çalıştım, o da beni anlamaya çalıştı. İkimiz de karakter yapısı gereği birbirimizden çok uzaktık ama artık onunla iletişim kurmak o kadar da katlanılmaz değildi.

Yaşanan diğer gelişmelerden biri Vincent'in babasından kalma, oldukça verimli topraklar olduğunu keşfetmemizdi. Estes buralardan daha önce hiç bahsetmemişti bize ancak bu toprakları kullanmamak aptallıktan başka bir şey olmazdı. Vincent bu arazileri bana hediye etti ve buradan elde edilecek gelirlerin tamamen bana ait olacağını söyledi. Elim ayağıma dolaşmıştı çünkü bu proje Senteria için değil de tamamen kendim için yapacağım ilk projeydi. İşinin uzmanı olan birçok çiftçiyle görüştüm, hangi arazide neler ekmem gerektiğini sordum ancak istediğim tek şey hammadde satışı değildi. Topraktan elde edilecek mahsülleri işleyebilir, dış ülkelere ihracat bile yapabilirdim. Hedeflerim büyük olduğu için dikkatli düşünmem gerektiğini, ince eleyip sık dokumamın faydama olacağını biliyordum.

Vincent'in tahta çıkışının üzerinden yedi ay geçmişti ve aylar geçerken karnımın büyüklüğü elbette aynı kalmıyordu. Çoğu geceler Vincent ile saatlerce sohbet ediyor, bebeğimizin nasıl bir geleceği olacağı konusunda tahminlerde bulunmaya çalışıyorduk. Bazı geceler Vincent'ten ürktüğümü söylesem yalan olmazdı çünkü zavallı çocuğuma karşı fazla korumacıydı. Onu sakinleştirmeye çalışıyor, esprili bir şekilde ne kadar kasıntı olduğunu söylüyordum ama bu korkak tavırlarının nedenini o söylemese de çok iyi biliyordum.

Bir kez daha çocuğunu kaybetmek istemiyordu.

Ve şimdi yine o sohbetlerimizden birini ediyorduk şöminenin önünde. Şömineyi sol tarafıma alıp minderde otururken Vincent'e dönmüştüm. O da vücudunu bana çevirmiş ve bağdaş kurmuş, alev yüzünün yarısını aydınlatırken dikkatle beni, zaman zaman da karnımı inceliyordu.

KAYBOLMUŞ RUHLAR SARAYI (Tamamlandı)Where stories live. Discover now