BÖLÜM İKİ: İrina'nın Kızı

25.2K 2K 3.3K
                                    

Herkese merhaba! Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen. Desteğiniz için teşekkürler ❤️

Estes'in sarayı en az annem İrina'nınki kadar şatafatlıydı.

Vincent'in odasından çıktığımızda bizi geniş bir hol karşılıyordu. Beyaz duvarlarda altın renkli dalga şekilleri vardı. Duvarın üstüneyse insanın dudağını uçuklatacak profesyonellikte çizilen resimler asılmıştı. Başımı kaldırıp tavana baktığımda ikinci bir şok dalgasıyla dudaklarımı araladım. Tavan boydan boya fresklerle kaplıydı. Bazılarını ayırt edemesem de bazı çizimlerin tanrılarla ilgili efsanevi olayları yansıttığını anlamıştım.

Taht odasına ilerlerken başımı hafifçe çevirip arkama baktım. Vincent ve Aiden tüm dikkatlerini üzerime vermişlerdi.

"Sakın aklından bile geçirme," dedi Aiden. Önüme dönüp gözlerimi devirdim. Buradan kaçabileceğimi düşünecek kadar aptal olduğumu mu sanıyordu?

Sarayda ilerledikçe sanatsal koridorlar arkamızda kaldı ve daha kasvetli bir yere giriş yaptık. Duvarlar siyah taşlarla kaplıydı. Demir parmaklıklarla önü kapanmış pencerelerden içeri günışığı sızsa da koridorun boğuculuğu elimi uzatsam tutabileceğim kadar yoğundu.

Sonunda kahverengi, üstünde işlemeler olan büyük bir kapının önünde durduk. Kapalı kapının sağında ve solunda olmak üzere iki adet zırhlı görevli bekliyordu. Kapıyı açarlarken bana öyle bir bakış attılar ki ellerinde olsa beni yavaş yavaş, acı çektire çektire öldüreceklerini biliyordum.

Kaşlarım hafifçe çatıldı. Kimliğimin bu kadar hızlı yayılacağını hiç düşünmemiştim. Peki ya halk? Onlar burada olduğumu biliyorlar mıydı? Sarayın önüne gelip kraldan cesedimi talep ederler miydi?

Ensemden soğuk terler akmasına rağmen bu düşünceyi yok saymaya çalıştım ve taht odasına açılan kapılardan geçtim.

İçeri girer girmez dikkatimi çeken ilk şey duvarları kaplayan Senteria bayrağı oldu; lacivert, yıldızlı bir gökyüzü arka planı ve önde atı şaha kalkmış bir şövalye.

Odanın tam karşısında yüksek bir platforma uzanan merdivenler vardı. Platformun üstünde yedi taht vardı ama ortadaki taht... İşte bu, annem İrina'nın tahtından bile daha gösterişliydi. Büyük tahtın her yerine elmaslar, zümrütler ve yakutlar yerleştirilmişti fakat bu süslü duruşuna rağmen oldukça korkutucu görünüyordu.

Tahtın üstündeyse Estes oturuyordu. Siyah saçlarının üstünde ışıldayan bir taç vardı. Siyah kıyafetlerinin üstüne siyah bir pelerin geçirmişti. Tahta oturuşunda bile kendinden emin bir hava vardı. O kocaman, abartılı tahtın üstüne kimi oturtursanız oturtun küçücük kalması beklenirdi ama Estes o kadar heybetli ve tahta hâkim duruyordu ki tahtı onu küçük olmaktan çok kudretli göstermişti. Beni baştan ayağı süzen gözlerinde bir alaycılık vardı. Sanki yeni oyuncağına bakıyormuş gibi eğlenerek sırıtıyordu.

Platformun üstündeki diğer altı taht kralınki kadar olmasa da oldukça ilgi çekiciydi. Üstelik o tahtın üstünde oturan dört erkek ve bir kadın vardı.

Daha önce usta ressamların elinden çıkan Senteria prenslerinin ve kraliçenin resimlerini gördüğüm için kimin kim olduğunu hemen ayırt edebilmiştim. Kralın sağındaki tahtta çok güzel bir kadın oturuyordu. Sarı saçları, yeşil gözleri ve ipek kumaştan yapılma beyaz elbisesiyle masallardan firar etmiş bir periye benziyordu. Baktığım kadın şüphesiz ki Estes'in karısı Ophelia'ydı.

Ophelia'nın sağındaysa Estes'ten sonra yaşı en büyük duran erkek vardı. Kahverengi saçlarını serbest bırakmıştı. Bir elini kirli sakallarına götürüp kaşırken yeşil gözleri beni dikkatle inceliyordu. Bu, Estes'in en büyük oğlu Ezra'ydı.

KAYBOLMUŞ RUHLAR SARAYI (Tamamlandı)Όπου ζουν οι ιστορίες. Ανακάλυψε τώρα