"Öyle değil," dedi Boran ve kâğıdı bırakıp arkasına yaslandı. "Teyzem annemi kaçırdı."

"Oğlum senin nasıl bir ailen var ya?" diye sordu Uysal. Cevap alamayınca midesinin kazındığını söyleyip mutfaktan sarmayla pilav getirdi. Annesinin yaptığı yemeklerdi bunlar. Komiserin evine taşındı taşınalı, annesi evi düzenli olarak ziyaret edip yemek getiriyordu. Birkaç kere evde yemek yaptıklarına dair pembe bir yalanla buna gerek olmadığını söylese de vazgeçirememişti.

Uysal hızlı hızlı yemek yerken Emre de yarı öfke, yarı heyecanla Boran'a sorular soruyor fakat yalnızca tek kelimelik ve sakin yanıtlar alabiliyordu.

"Nasıl kaçırdı?"

"Bayağı..."

"Nerede yaşadıklarını biliyor musun?"

"Yok."

"Siz babanla hiç uğraşmadınız mı anneni, kardeşini bulmak için?"

"Uğraştık."

"Eee?"

"Olmadı."

"Sen niye sürekli kısa cümleler kuruyorsun? Bir konuş. Dilinde tüy bitmez. Konuş hadi."

"Bilmem. Ne diyeyim ki?"

"Boş ver Boran. Söyleme bir şey. Susup otur, tamam mı?"

"Niye kızdın ki şimdi?"

Çaylak süvari içeriden bilgi toplayadursun, komiser de Zilduvar'a gidip geldi. Öldürülen kaymakamın çocuklarıyla ve Zilduvar'daki akıl hastanesinde çekilecek belgeselin yönetmeniyle konuştu. Çocuklar babalarının vefatı esnasında küçük oldukları için pek bir şey hatırlamıyorlardı. Emre'ye Aydın Çelik'in iki yakın dostunun iletişim bilgilerini verdiler.

Yönetmen ise hastanenin geniş bahçesindeki çimlerin arasında bazı taşlar, tuğlalar gösterip bunların eski laboratuvarın kalıntıları olduğunu söyledi. İçeride de bazı gizli yeraltı bölmeleri vardı.

Başhekim iddiayı şiddetle reddetti. Hastanenin planını komisere verip dilediği gibi gezebileceğini söyledikten sonra "Bu tür hezeyanlara kendini fazla kaptıranları hastanemizde ağırlıyoruz," diye ekledi. Emre binanın her katını saatlerce gezmesine rağmen gizli bölmelere ilişkin bir emare bulamadı. Dolapları çekip arkasına baktı, dekoratif tabloları yerinden oynattı fakat gizli bir kapı ya da kasa yoktu.

Kaymakamın dostları artık Zilduvar'da yaşamıyordu. Birisi başkente, diğeri de yurtdışına taşınmıştı. Başkentteki, Aydın Çelik'in fark etmeden küresel bir şebekeye dokunduğunu ve bu yüzden ortadan kaldırıldığını söyledi fakat ona göre Zilduvar'daki Nazi laboratuvarı işin sadece mistik yanıydı. "Sıradan hastanelerde göz göre sürdürüyorlar organ ticaretini," dedi. "Bütün yetkililerin bildiğine eminim ama hiçbir şey yapmıyorlar. Polisler bile göz yumuyor."

"Ben de komiserim ama böyle bir şey bilmiyorum," diye cevap verdi Emre.

"Üstlerinize sorun. Bilirler. Fakat dikkat edin, sizi de Aydın gibi yok etmesinler."

Yurtdışındaki ise konuşmayı tümden reddetti.

Kurtuluş, Emre ve Bayan'ın sohbetinde bu konu da açıldı. Bayan, 7-8 yaşlarındayken gözleri bağlı bir şekilde laboratuvara götürüldüğünü ve bir süre orada kalıp bazı deneylere kontrol grubu olarak maruz kaldığını söyledi.

"Çocukken insanın zaman algısı farklı oluyor. Bu yüzden kaç gün kaldım, hiç bilmiyorum ama birden fazla kez uyuyup uyandığımdan eminim. Korkmamıştım. Neyin ne olduğunun farkında değildim. Doktorlar bize iyi davranıyordu, kaldığımız oda rengarenkti ve oyuncaklarla doluydu. En önemlisi kardeşimle yan yanaydım. Üstün zekâlıydı. İkiz olmamıza rağmen zihnen benim ablam gibiydi. Herkes Bulut diyordu ona. Bu isme alışıktı. Hande dediğimde bakmazdı. Rubik küpünü hemen birkaç saniye içinde çözdüğünü hatırlıyorum, hayretler içinde kalmıştım.

Avarya OyunlarıWhere stories live. Discover now