-19

14 5 0
                                    

"Buradadırlar."

Dikkatimi, Iona'nın bir perdenin ardından geliyormuşçasına boğuk sesine yöneltmeye çabalayarak onun peşinden Ravenclaw Ortak Salonu'ndan çıktım. Aynen Iona'nın dediği gibi, Alex ile Cynthia'yla karşılaşmıştık. Kuzenimin üzerinde ona çok yakışan, kırmızı Quidditch üniforması vardı lakin bu parlak kırmızı dahi gözlerimi yoruyordu. Kumral saçları alnına dağınıkça düşmüş, dikkati mavili yeşilli gözlerine çekiyordu. Yanaklarında çok da belirgin olmayan, varla yok arasında sakallar çıkmış gibiydi. Yutkundum ve ağrısını geçirmek umuduyla şakaklarımı ovuşturdum.

Elindeki süpürgeyi omzunun üzerine yerleştirip, bize kocaman sırıttı Alex. Bir kısmını örerek, toka niyetine saçlarının etrafına dolamış ve hoş bir saç modeli yaratmış olan Cynthia'nın, çikolata tonunda gözlerini ondan çekmediğini fark etmem zor olmamıştı. Baş ağrım bir defa daha dikkatimi dağıtınca, küfür etmemek adına dilimi ısırdım ve gözlerimi sertçe yumdum. Alex'in sesi kulağıma ulaştı. "Antrenmanım var, unuttunuz mu?"

Iona, elini alnına vurarak kısık bir ses çıkardı. "Ah." diye mırıldandı. Gözlerimi açıp yorgunca ona çevirdim. "Aslında programımı tam yaptığımı sanıyordum. Neyse, başka zaman kütüphaneye gideriz."

Alexander, yüzündeki heyecanlı ifadeye rağmen onun dediğinde hiçbir tepki vermemişti. Cynthia, omuz silkerek elinde tuttuğu siyah kabanı üzerine geçirdi. Kış, ekim ayının da bitmesiyle, iyice bastırıyordu. Kasım ayı olmuştu ve artık, kalın bir ceket olmadan dışarı çıkmak da tam anlamıyla imkânsızdı. Süpürgesini omzundan indiren Alex, koridorun soluna yöneldi. Onlarla beraber bize katılmış olan Cyrus'un dirseği, genellikle olduğu gibi omzumdaydı ve normal şartlar altında bundan kesinlikle rahatsız olmazdım ancak şimdi, omzum sızlıyordu.

Dün gece yine uyuyamamıştım. Ağabeyimin ölüm yıl dönümü yaklaşırken rüyalarım her zamankinden daha soğuk, daha korkutucu ve daha gerçek geliyordu bana. Soğuk havaya rağmen kan ter içinde uyanıyor, bir daha uykuya dalmaktan delicesine korkuyordum. Göz altlarımdaki morlukları gizlemek için, genellikle lens kullanmama rağmen gözlüklerimi yerleştirmiştim burnuma. Saçlarımı, gelişigüzel bir topuzla ensemden uzaklaştırmıştım. O kadar uykusuzdum ki konsantrasyonumu güç bela toplayabiliyor, konuşulanlara ancak ayak uydurabiliyordum. Iona ile beraber girdiğimiz Muggle Araştırmaları dersinde birkaç dakika kestirmiştim, ancak rahatsız ve kısa olan bu uyku hiçbir işe yaramamıştı. Kanım çekildiğinden midir bilinmez, çok üşüyordum.

"Gelmiyor musunuz?"

Alex'in sesi uzaktan gelince, düşüncelerimden sıyrıldım ve başımı kaldırıp baktım. Koridorda biraz ilerlemiş, ardından gelmediğimizi fark ederek dönüp arkasına bakmıştı. Mavili yeşilli gözleri üzerimizdeydi. Cynthia, Iona ve Cyrus ise bana bakıyorlardı. İç geçirme dürtümü bastırdım. Yine ne yapmıştım?

"Ben—" dedikten sonra, sesimin olması gerekenden tiz ve gıcırtılı çıkmasıyla durakladım. Gözlerim karıncalanınca, dolmaması adına kırpıştırdım. Usulca, kendime duyduğum gitgide yükselen bir öfkeyle küfrettim içimden. Ben sulu göz biri değildim lakin şimdi kendime hâkim olamıyordum. Hüngür hüngür ağlamaya başlamam an meselesiydi. Sağ elimi, beyaz gömleğimin altında kalan sol bileğime bastırdım. Sesimin sakin ve sabit çıkması için çok çabaladım. İşe yaramıştı ancak kendime olan öfkemde zerre azalma olmamıştı. "Ben gelmesem olur mu?"

Alex'in abartılı bir heyecan taşıyan mavi-yeşil irisleri, yerini sinirli ve tahammülsüz bir ifadeye bıraktı anında. Aramızdaki mesafeye rağmen, bunu gördüğümde irkildim. Kaşlarını çatıp, tuttuğu süpürgeyi sıktığı çarptı gözüme. Parmak boğumları beyazlarken, alnında boncuk boncuk terler birikmişti ve Hogwarts'ın koridorları ideal oda sıcaklığına dahi ancak ulaşırken onun terliyor olması hiç alışılageldik değildi. "İyi. Gelme."

𝐒𝐏𝐈𝐑𝐈𝐓𝐔𝐀𝐋, 𝘸𝘪𝘻𝘢𝘳𝘥𝘪𝘯𝘨 𝘸𝘰𝘳𝘭𝘥Where stories live. Discover now